Bazen zamanlar ve mekanlar birbirlerine benzerliklerde değil karşıtlıklarda kavuşuyor. İstanbul'dan çıktığımda yaz havası vardı. İnternetten bakıp
Princeton'da beni soğuğun beklediğini görüp ona göre giyindiğimden havaalanına gidene kadar bunalmıştım. Şimdi bu satırları yazdığım bin yıllık dostum
Robert Finn'in evinin yer katındaki güzel odasından bakınca karşımdaki bahçeyi tepeden tırnağa örtmüş karı görüyorum. Sabah uyandığımda yolları doldurmuş kar benim gibi bütün bilinçaltını karların beslediği birisi için müthiş bir armağandı. Yazdan karlara geçmek az sevinç midir, hele trafiğin tıkanmayacağını, her şeyin yolunda gideceğini bilirken.
Kadına şiddete son Gene İstanbul'da evden havaalanına giderken duvarları, billboard'ları kaplamış afişlerde
"Kadına şiddete son" deniyordu.
1990'ların ortasında ikinci kuşak feminizm bittiğinden ve o günden sonra dünyayı kaplayan uluslararası siyasetin kanlı ve karanlık bulutları içinde kimse bu konuları kendisine mesele edinmiyor. Kadına dönük sorunlar unutulmadıysa da bir avuç ilgili insanın ilgisine terk edildi. Oysa ABD'de yaklaşan seçimler bu konuyu hem de çok şaşırtıcı biçimde gündeme getirmiş.
Hillary-Barak çatışması ABD başkanlığına Demokrat kanattan iki kuvvetli aday var:
Hillary Clinton'la
Barak Obama. Her iki aday da ilginç birer pozisyona sahip. Çünkü iki aday da taşıdıkları farklı "kimlik" özellikleri nedeniyle ABD seçmeninin henüz hazır olmadığı bir aday profili sergiliyor.
Barak, zenci. Clinton, kadın. İki aday da kendilerinde "olmayan" özellikleri taşıyan insanların oyunu alma çabasında.
Clinton, siyahların oylarına talip ve Güneyli olmadığı için de çok zor bir işin içinde. Buna mukabil Barak da bir erkek olarak kadınlardan oy almaya çalışıyor, çünkü en yakın rakibi, bir kadın. Geçen hafta bu konuda bir kıyamet koptu ve aday kampanyaları bundan sonrasını belirleyecek bir dönemeç daha aldı. 'Zenciler kadınlara benzemez' Barak, yaptığı açıklamada, kendisini annesinin tek başına büyüttüğünü, hayatı boyunca kendisini kuvvetli kadınların yanında rahat hissettiğini söyleyerek ve "duyarlı" birisi olduğunu vurgulayarak, belli feminist çevrelerin temel iddiasını somut bir savla reddetti:
"kadın ve cinsiyet sorunlarını çözmek için illa da kadın olmak gerekmez." Eh, Clinton da
"temel toplumsal fark sorunlarını anlamak ve çözmek için siyah olmak gerekmez" dediğine göre, rakibinin iddiasını kabul etmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.
İşin daha da ilginç yanı ise şu:
belli kadın grupları Clinton'ı "oğlanlar kulübü"nün işlerine sahip çıktığı, iktidar açlığı yaşadığı için şiddetle eleştiriyor, başkanlık sürecinde. Daha açıkçası onu erkekten farklı görmüyorlar. Amerika'da kamuoyu üstünde çok etkili olan
Oprah Winfrey de Obama'ya destek verince işler karıştı.
"Amerika'da olmak vardı..." Amerika böyle. Irak haberleri bir yandan bastırıyor.
Artan petrol fiyatları, 1970'lerden sonra ilk kez Amerikalılara enerji tasarrufunda bulunmaları gerektiğini hatırlatmış. Başkanlık kampanyası iki tarafın da "çarpıcı" aday bulamamasının sıkıntıları içinde devam ediyor. Muhafazakarlığın çemberi her yerde daralıyor.
Öğrencim Mehmet'le birlikte barda oturup sohbet ederken yanımızda oturanlara bakıyoruz ve ansızın
"1965-1975 arasında Amerika'da olmak vardı" diyorum. Az önce aldığım kitap tam da o dönemde ABD'deki sol yükselişin nedenlerini anlatıyor. Ben gençlik yıllarımın özgürlükler Amerika'sını düşünüyorum, Mehmet Brezilya'ya gitmekten söz ediyor.
Amerika'da kar yağıyor.
Yayın tarihi: 5 Aralık 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/05//haber,608F840946664553A49BCE7B476DDF40.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.