Yargı bağımsızlığının tartışıldığı bu günlerde, TESEV'in
"Yargıda algı ve zihniyet kalıpları" başlıklı araştırmasına göz atmakta yarar var. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Mithat Sancar'ın başkanlığında gerçekleştirilen bu araştırmadan, hâkim ve savcıların,
"adalet" ve
"devletin çıkarı" veya
"demokrasi" ile
"devletin güvenliği" arasında bir karşıtlık doğarsa, devletin çıkarlarının korunması gerektiğine inandıkları anlaşılıyor.
İşte bazı ifadeler:
"Önce devlet gelir", "Devlet olmazsa, hukuk olmaz, biz de olmayız", "Devletimizin güvenliği hususunda azami özeni, dikkati göstermek zorundayız", "Ben cumhuriyet savcısı olarak devleti ve rejimi korumam gerek. Siz benim devletime, milletime saldırırsanız, demokrasiyi göz ardı ederim.", "Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem", "Devletim olmadıktan sonra, bireysel özgürlüğüm hiçb ir işe yaramaz.", "Biz görevimizi yaparsak devlet zayıflamaz", "Ben cumhuriyet savcısıyım, cumhuriyeti korumak, kollamak benim görevim." Yargıda, insanı ve birey haklarını öne çıkaran bir zihniyet değişikliği yapmak gerekiyor. Tayyip Erdoğan, sık sık, Şeyh Edibali'nin Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'ye bir nasihatinden söz eder:
"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın." Avrupa'da insan haklarının olmadığı bir çağda, Bala Hatun'un babası Şeyh Edibali'nin bu cümleyi sarf ettiği söylenir. Zaman içinde, dengeleri tam tersine çevirmişiz ve
"Devleti yaşat ki, insan yaşasın" noktasına gelmişiz. Şemdinli'de bir kitabevindeki patlama, Hrant Dink cinayeti, Malatya'da misyonerlerin öldürülmesi,
"Devleti koruma içgüdüsünün" hangi tehlikeli noktalara ulaşabileceğini gösteriyor.
Yayın tarihi: 10 Aralık 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/10//haber,A4EB5E094D8F43A99AB63943E6FD018C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.