Facebook'a kılım! Bunun birinci sebebi, tahmin edilebilir: Benim ismimi kullanan, nedense 'fake' tabir ettiğimiz bir sürü insan var! Öncelikle hepsine buradan mesajım şudur: Ne oldu arkadaşım? Başınız göğe mi erdi? Ha? Sizle konuşurken yüzüme bakın! Bambaşka bir isimle, sadece arkadaşlarımın bileceği bir isimle bir kez kayıt olmuş bulundum gerçi! Üç haftada bir filan girip bakıyorum, ne cevap yazabiliyorum kimseye ne bir şey. "Zaten görüşmek istediğim insanlar benim telefonumu bilirler," mantığından yola çıkarak yaşayan biriyim. Ancak, "Facebook'ta herkes ilkokul arkadaşını buluyormuş," cümlesinin, bir geyik muhabbeti, bir palavra, sevgili aramak için kullanılan bir maskeli deyim olduğu iddiasının aksine, ilkokul arkadaşlarım gerçekten Facebook'ta beni buldu! İnanılacak gibi değil ama, birbirimizi en son gördükten neredeyse 25 yıl sonra, bir grup toplanıp yemek yemişler! Bana ancak ulaşabilmişler, bir dahaki yemekte benim de olmamı istiyorlar sağ olsunlar, falan filan. Mutlu bir olay.
SANKİ ÖLMÜŞÜZ Ve fakat ruhuma dehşet salan konu, hafızamda küçücük, bıcırık, soket çoraplı ve beyaz yakalı birtakım tipler olarak kalmış çoluğun çocuğun, Amerika'da doçent, burada şirket sahibi, müdür, üç çocuklu anne filan olmuş olması! En son, ip atlarken, doğum günümde pastaya parmak batırıp bunun komik olduğunu düşünürken, süt dişi dökerken bıraktığım arkadaşlarım, bana fotoğraflarını yollamışlar! O an benim bittiğim an oldu! Üzücü bir durum yok çok şükür. Fotoğraflarda bakımlı şık kıyafetler, zevkli evler, eğlenceli tatiller ve mutlu, sağlıklı yüzler var. Ama yüzler bittabii 35 yaşında! En son hatırladığımda doğum günümde birbiriyle boks yapıp, kavganın ucu kaçıp ben de yumruklarımla olaya müdahale edince küsüşüp giden iki kerata, şu anda havalı, meslek sahibi, evli ve çocuklu, kah şakakları kırlaşmış, kah göz kenarları çok hafiften kırışıklı kocaman adamlar olarak bana fotoğraflardan bakıyorlar! Hayatın çok hızlı aktığını gösteren, görünüşte neşeli, benim için fena halde moral bozucu fotoğraflar! Bir tanesi ilkokuldaki sınıf fotoğrafımızı yollamış bana. Siyah beyaz, herkesin hazırolda durduğu bir resim. Müdür yardımcısı, bizim siyah önlükler, sınıfın loş görüntüsü, asırlar öncesinden kalma gibi görünüyor! Sanki ölmüşüz de, torunlar fotoğraflarımıza bakıyor, tövbe tövbe! Birkaç ay önce oyuncu Yonca Cevher'le ilkokul arkadaşı olduğumuzu keşfettiğimizde de, bu kadar karamsar olmasa da, benzer bir duyguya kapıldım. Tuhaftır,
Avrupa Yakası'nda en az 10 bölüm birlikte çalıştığımız, karşılıklı sahne oynadığımız, Mürüvvet'i canlandıran Yonca Cevher, bir gün eski fotoğrafları temizlerken bir bakıyor ki, ilkokul fotoğrafında hemen yanı başında ben! Meğer son sınıfta bizim okula gelmiş, sadece bir yıl beraber okumuşuz! İkimiz de hatırlamıyoruz. Ancak yan yana basılıp altında ismimiz yazan vesikalık fotoğraflarda, Yonca da ben de saçların içler acısı durumu hariç şimdiki halimizle aşağı yukarı tıpatıp aynıyız! Sadece bakışlarda bir salaklık söz konusu tabiatiyle! "Hiç değişmemişiz, vallahi yahu, sadece güzelleşmişiz," tarzında karşılıklı gaz verici bir sohbet yapıp konuyu kapattık! Ancak bu sefer, Facebook olayında, o kadar kolay yırtamadım! Gerçek ortadaydı! Aradan 25 yıl geçmişti ve biz fena halde büyümüştük! O loş sınıfta asırları ve onyılları gösteren bir zaman tablosu vardı. Bir gün hep birlikte geleceğe, 2000 yılına bakıp o zaman kaç yaşında olacağımızı hesaplamıştık. 29 yaş bana ölme tarihine bayağı yakın, moruk olacağım bir zaman gibi gelmişti! O günlerdeki tahta silgisini birbirimizin sırtında poflatıp bunu pek eğlenceli bulma anlarımız, dört beş yıl önce filan gibi geliyor bana! Hele bir 25 yıl daha geçtiğinde, şu andaki halimize bakıp "Vay be, bebekmişiz," diye hayıflanacağımızı düşününce iliklerime kadar titriyorum! Facebook'a kılım! Esasen bu sebepten!
Yayın tarihi: 9 Aralık 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/09/pz/birsel.html
Tüm hakları saklıdır.