kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 8 Aralık 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Medya yönetimi farklıdır

SABAH Grubu'nun satılması; fiyatından dedikodusuna birçok kişiyi ilgilendirdi. Ben " medya " dediğimiz sektörü, diğer birçok sektörden ayıran bir yönüne değinmek istiyorum.
Karl Marx işçilerin " yabancılaşmasından " söz etmişti. Bu yabancılaşma üretimi yapan ile ürün arasındaydı ona göre.
Bir köylü ya da bir zanaatkar ürettiği malı tam olarak bilir. " Şu elmaları ben yetiştirdim " der köylü... " Bu elbiseyi ben diktim " der terzi.
Sanayi tipi üretimde ise bir işçi, " Bu otomobili ben ürettim " diyemez. Çünkü... Evet, binlerce otomobilin vidasını sıkmıştır ama hiçbir otomobil bütünüyle onun eseri değildir.
Bursa'daki Renault fabrikasını gezmeye gitmiştik. Yöneticilere bunu söylediğimde şu cevabı verdiler: " Biz her ürünü tek tek takip edebiliyoruz. Hangi otomobil, hangi vardiyada üretildi, biliriz. Bir arıza olduğunda, hatanın kimden kaynaklandığını saptayabiliriz ."
Evet, mevcut teknoloji ve sanayi; bilgisayarıyla, barkoduyla, dakik iş organizasyonlarıyla bu tip bir " takibi " mümkün kılıyor. Ama ne zaman? Ancak bir " arıza " olduğunda...
Eğer üründe arıza varsa, geriye doğru gidilip bunu yapan ortaya çıkarılıyor. Onun dışında, kim neyi ürettiğini bilmiyor.
Medya ise bu açıdan çok farklı bir konumda: Yapılan işin, çıkan malın üstünde " imza " var. Dolayısıyla üretici, yani medya çalışanı (haberci, yorumcu, editör, vb.) ile ürün arasında kopukluk olmuyor. "Yabancılaşma" yaşanmıyor.
TV'de ise bu bağ, mesela gazetede olduğundan da sıkı: Ekranda çoğu kez üretici ile ürün bütünleşiyor.
Diyelim ki Edirne'de sel baskını oldu. Tüm kanallar aynı haberi, hatta aynı görüntülerle veriyor. Ama sunan Ali Kırca olunca iş değişiyor. Seyirci, öteki kanalları değil de Kırca'nın okuduğu haberi tercih ediyor.
Medyanın bir başka özelliği de siyasi ve ideolojik çekişmelerin merkezinde yer alması...
Bu öyle bir durum ki... Medya çalışanı ne kadar nesnel, ne kadar samimi ve ne kadar iyi niyetli davranırsa davransın... Sonuçta haber, çekişen taraflardan birinin işine yarıyor, diğerini kızdırıyor.
İşte bu yüzden medyacı hep suçludur: Yapsa da, yapmasa da!



Özetle: Hem yabancılaşmanın azlığı... Hem de haberin siyasi ve ideolojik boyutu yüzünden medya çalışanı farklı bir "emekçi" türü olarak karşımıza çıkıyor.
Bu emeğin özelliği, ağırlıkla " zihinsel " olması... Zihin emekçisi, ürüne doğrudan imzasını atabilen; kol gücünü değil, sahip olduğu bilgiyle geçinen bir kişi.
Şirket açısından bakıldığında buna " entelektüel sermaye " deniyor.
Ve geldik kritik noktaya: İşin mantığı gereği entelektüel sermayenin yönetimi de farklı oluyor.
Seri üretimden gelen, yani sanayide çalışmış, çok da başarılı olmuş bazı yöneticiler, medyada zorlanabiliyor.
Niye? Çünkü karşısında eğitim seviyesi düşük işçiler değil, icabında kendisine itiraz eden bir dolu üniversite mezunu buluyor.
Bir mal bozuksa, yenisini gönderirsin. Peki ya haber ya da yorum birilerini kızdırmışsa ne yapacaksın?
28 Şubat döneminde yaşandığı gibi, apoletliler senden hükümeti devirmek için yardım isterse, hatta tehdit ederse tavrın ne olacak?
TV'nin yıldız simaları, kıskançlık yüzünden kapışırsa, aralarını nasıl bulacaksın?
Ortaya bu tip yüzlerce soru atabilirim. Hepsi de aynı kapıya çıkar: Medya yönetimi, sanayi ve ticaret yönetiminden " nitelik " olarak farklıdır.
Söylemenin, yapmak olduğu kaç sektör var ki şu dünyada?