'Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor' Sezen Aksu öyle diyor. Eh ayrılık da kendinle yüzleşmeden, acıyı dibine kadar yaşamadan atlatılmıyor. Şimdi nedir bu dramatik giriş pazartesi pazartesi değil mi? Şudur; ilişkimi bitirdiğimi Ayşe'nin (Arman) röportajında okuyan okurlarımdan o kadar çok e-mail geldi ki. Anlat Ayşe diyorlar "Ayrılık acısını nasıl atlatıyorsun?", "İlişkilerde nerede kafayı tosluyorsun?", "Kendini çok mu kötü hissediyorsun?", "Her güzel şeyin gerçekten sonu var mı?" ve cevaplaması zor birçok soru daha... Aslında konuyu röportajda kapatmıştım. Tamamdı! Devama ne gerek vardı? Ama e-mailler tavan yapınca sizi mi kıracağım... İstek üzerine yazalım bakalım şu ayrılık ne menem bir şeymiş.
"AĞLA AÇILIRSIN" Bana sorarsanız 5 aşamalı. Önce inkar ediyorsun, "Hadi canım bu ne saçma iş" diyorsun, olamaz... Peşinden isyan ediyorsun, çok kızıyorsun... kendine, ona, onun yaptıklarına, yapmadıklarına, hayata... Sonra zırıl zırıl ağlama, evde mendil bırakmama, 'sulu göz dönemine' geçiyorsun. Garfield'i izlerken bile iki damla gözyaşı akıtacak bir şey buluyorsun. Ardından küt diye depresyona giriyorsun. İki gün yorganın altından çıkmak istemez, telefonlara cevap vermezken bir bakıyorsun gece kuşu olmuş evlere sığmıyorsun. 5. aşamada da paşalar gibi kabulleniyorsun.
İYİ Kİ YAŞAMIŞIM En komiği de insanların yorumları karşısındaki aptallaşma halin. Kimi "Bırak kızım ya hiçbir erkek ağlamaya değmez" (isyankar gördüm seni) diyor. Kimi "ağla açılırsın" buyuruyor (yapma ya!) Diğeri çıkıp "çivi çiviyi söker, git başkasını bul" (hoppaaa!) diye öğütlüyor... Maalesef çevrendeki herkes Güzin Abla kesiliyor. Gelin görün ki kimse kendine şu soruyu sormuyor; ardından gözyaşı dökmediğin bir ilişkiyi niye yaşayasın ki? At çöpe gitsin, sana da yazıklar olsun o zaman. Uzun uzun ağlayacaksın, berbat hissedeceksin, kül tablasına döneceksin, tepişeceksin, kötü anıları, güzel günleri film şeridi gibi gözünün önünden geçireceksin. Yakmayacaksın bütün fotoğrafları, ona ait bütün eşyaları. Akıtacaksın zehri... Sonra emin ol sevmeye başlıyorsun bu halini. "İyi ki yaşamışım" diyorsun. En kötü, en kavgalı, en yıpratıcı ilişkinin bile güzelliklerini görüyorsun. Hiçbir ilişkimde hır gür çıkartmadım. Belki öyle adamlara rastladım. Asla küs kalmadım. Küsenleri, birbirlerini yolda görünce kafa çevirenleri anlamadım. Her ilişki bizden bir parça değil mi? Peki şimdi nasılım? İki ay sonra... Üzgün müyüm? Hayır! Hüzün var mı, ara sıra uğrayan melankoli? Hiç olmaz mı... Gelelim, ilişkilerde kafayı nasıl duvara çakarım sorusuna:
EMEK VERMİYORSUN? Bilmem, her ilişki bir şekilde birbirinin aynısı değil mi? Kadın-erkek farkı işte. Sahipleniyorsun, şefkatin dozunu kaçırıyorsun, dinlemiyorsun, anlamıyorsun, öfkeni biriktiriyorsun, belki yeterince emek vermiyorsun, duyguları transfer ediyorsun ve sonuç: ömrünü tüketiyorsun... Pekiii, bir okurun sorduğu gibi "Her güzel şeyin bir gün biteceğine mi inanırım?" Sanmam! Söz kadın-erkek ilişkisine gelince, duyguların boyut değiştirebileceğine ve kabullenip, o durumu da sevebilmeye inanırım. Yazıyı toparlar, konuyu nihayetlendirirsek: Ayrılığın öğreticiliğine, bekleyen yeni hayatın heyecanına, çekiciliğine, gökten zembille inen aşka ve anıların değerine inanırım... Diyeceklerim budur yani.
Yayın tarihi: 3 Aralık 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/03/gny/haber,8CF4D96A49E04ECA9CC1BD273B3AAB2E.html
Tüm hakları saklıdır.