Sağdan sola soldan sağa başımı çevirip baktığımda gözüme çarpan hep onlar:
sarışın/laşmış kadınlar . Bir arkadaşımın lafı kulağımda çınlıyor:
İsveç'ten daha çok sarışının bulunduğu ülke burası. Benim gibi sarışınlardan özellikle hoşlanan birisinin hiç de şikayet edeceği bir durum değil ama gene de "batan" bir şey var.
Kendinden uzak durmak Siyasal doğruluk geldi, bazı kavramların anlamı değişti. Eskiden
"zenci aşağılık kompleksi" diye bir kavram vardı. Daha sonra bunun sömürgeci, Avrupamerkezci düşünce tarafından üretilmiş bir kavram olduğuna karar verildiyse de dilimize bir kitabı geçenlerde yeniden çevrilen (
Yeryüzü Lanetlileri) Frantz Fanon'un yapıtları okunursa bu yargının öyle yabana atılacak bir şey olmadığı anlaşılır. Tastamam öyledir: zenciler (İngilizce'de artık bu sözcüğün tam karşılığı olan
"negro" sözcüğünü kullanmak da siyasal doğruluğa ters düştüğünden
"siyahlar" demek gerekiyor) beyazların yoğunlukta bulunduğu çevrelere girdiğinde bu huzursuzluğu içlerinde duyuyorlar-mış.
Gene dile getirmek ne kadar doğrudur bilmem ama Amerika'da yaşayanların, Musevi arkadaşlarından sıklıkla duyduğu bir başka kavram vardır:
kendini sevmeyen Yahudi . O da, asırlarca o kültürün üstüne o derecede haksız yere yağdırılmış lanetin sonunda belli insanların duyduğu bir iç huzursuzluğuna işaret eder. Bunların özü galiba azınlıkla çoğunluk arasındaki gerlime ve onun insan tekinde bir psikoloji olarak damıtılmasına dayanıyor.
İyi de bizdeki durum bunun çok ötesinde bir yerde. Bir toplumun çoğunluğu esmerken ve esmer olmaktan kimsenin yakınmasını gerektiren bir şey yokken ortada, kadınlar neden kendilerini bir sarışınlığa itiyor? Yoksa o da gizli bir azınlık duyumunun dışa vurumu mu? Uzak bir yerden başlayayım anla(t)maya. 20. yüzyılın sancısı Bir önceki çağ, andığım huzursuzluğu neredeyse tüm toplumların malı haline getirdi. Artık etrafımıza, dışına çıkamadığımız bir çember çevirmiş olan
plastik cerrahi, dizi filmlere konu olan
estetik müdahaleler bu oluşumun bir sonucu. Nasıl olmasın?
İnsanlar, televizyonlarda, sinemalarda farklı dünyalardan gelmiş yaratıkları izliyor,
üçüncü cins diye bir kavramın ayırdına varıyor ve nihayet ultra modernizmin yarattığı aşırı atomize toplumlarda insanlar
farklılaşmak suretiyle başka bir düzeyde yaşadıkları yabancılaşmayı (
alienation) kendi hayatlarında, kendilerini değiştirerek dengelemeye uğraşıyor.
Kadınların git gide erkeğe, erkeklerin git gide kadına benzediği bir dünyada, Türkiye'de yaşayan bir kadının 'sadece kendisi olarak' yaşaması ise galiba akla geldikçe insanı çıldırtan bir düşünce. Sarışınlık ayrıcalığı mı?.. Şimdi gelelim bizdeki çoğunluk azınlığı psikolojisinin iç yüzüne.
Sarışınlığı, insanlık galiba bilinç altında bir "üstünlük" duygusu olarak yaşıyor. İkincisi, galiba sarışınlıkla Batılılık birbiriyle özdeşleştiriliyor. Sarışınlaşınca belki asırlardır bir parçası haline gelmeye çalıştığımız Batıyı kendi nefsimizde somutlaştıracağımıza da inanıyoruz. Üçüncüsü, Anadolu'dan gelmiş, karayağız, kara kaş kara göz bir kadının o haliyle içine girdiği yeni çevrede, velev ki, parası pulu olsa da, kabul görmeyeceğine inanması, yeni dünyayı açacak anahtarın "sarışınlaşmak" olduğunu düşünmesi neresinden bakılsa üzücü ama bir o kadar da insancıl. Anlaşılan, Türkiye'de de bir grup kendinden gayrı memnun insan var ve sarışınlık onların bir tür korunağı. O vakit etraf kötü boyanmış saçlarla gelen
eksik sarışın rüzgarından geçilmiyor.
Yayın tarihi: 1 Aralık 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/01//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.