Brindisi'yi ne zaman duysam,
Atilla Gökçe gelir aklıma.. 1982 Dünya Kupası sırasında Madrid Üniversitesi bahçesinde 100 bin kişi vardı, Placido Domingo'yu izlemek için gelen.. Biz de iki Türk gazetecisi, en önde bağdaş kurup oturanlar arasındaydık.. Yıldızı yeni yeni parlamaya başlayan Domingo muhteşem bir konser verdi.. Alkışlar bitmez tükenmez olunca bise geldi, elinde bir kadehle ve yanında bir sopranoyla.. Teresa Stratas mıydı acaba?.. Ve o insana ayağa fırlayıp dans etme coşkusu veren "Şerefe/ Brindisi" şarkısına başladı.. Nasıl mest dinliyorum, Atilla dürttü, "Arkana bak" diye.. Baktım.. 100 bin çakmak gecenin loşluğunda yükselmiş sallanıyor..
Hayatımın en unutulmaz anlarından biridir..
Murat Karahan Brindisi'ye girince, daldım, gittim 25 yıl öncelere..
Kapısından girerken Büyük Tiyatro'nun 50 yıl öncelere gitmiştim oysa..
Ankara benim unutulmaz kentimdir.. Öncelikle ve özellikle de, bu Opera binasıyla..
Tiyatro, Opera dönemim burada başlar.. Cumhuriyetin en gurur verici kurumudur benim için Devlet Tiyatrosu, Operası, Balesi ve Konservatuarı..
"Devlet tiyatrodan, operadan elini çeksin" diyordu geçen gün
Sinan Çetin, Yaşamdan Dakikalar'da.. Çekse eğer, bu Traviata'yı seyretme şansı olabilir miydi Türk insanının.. Dekorsuz, kostümsüz, en küçük kadrolu oyunlarla yaşamaya çalışan özel tiyatroların bir yıllık gideridir, o birinci perdedeki avizenin fiyatı sadece..
Bu müzisyenler, bu solistler, koristler, bırakın para kazanmayı, sanatlarını nerde gerçekleştirir, ruhlarını nasıl tatmin ederlerdi?..
Keşke operamız, keşke tiyatromuz, devletsiz ayakta duracak günlere gelse.. İsmet Paşa'nın günlerinden bu yana çok mesafe aldık, ama daha var..
La Traviata, operanın en sevilen, en çok oynanan yapıtlarından..
6 Mart 1853'teki ilk gecesindeki fiyaskodan sonra öylesine tutuldu ki.. Bugün operacıların dilinde bir söz var.. "Son yüz yılda her gece dünyanın mutlak bir yerinde Traviata oynandı.."
Bizdeki ilk oynanışı 18 Nisan 1954.. Ben 1955'te izledim ilk.. O günden bu yana kaç kez daha izledim bilmem..
Geçen yıl genç Murat Karahan "Seneye La Traviata'ya çıkıyorum" dediğinde "İlk gecende orda olacağım, söz" demiştim..
İşi gücü bıraktım gittim. İyi de etmişim.. Murat harika bir Alfredo'ydu, Brindisi'den başlayarak.. Meriç'ten görevi devralan yeni Genel Müdür Rengim Üstad (Gökmen) Violetta'yı oynayan
Bengi İ. Özdülger'in de Mersin Operası'ndan geldiğini söyledi..
Mersin'de, Antalya'da, Van'da, Samsun'da operalar var, kuruluyor.. Güzelliğe bakar mısınız?.
Dünyanın en zor opera rollerinden biridir Violetta.. Uzmanlar "Verdi öyle yazmış ki, üç perdede üç ayrı ses rengi olan üç ayrı soprano gerek" derler hatta.. "Ayni gırtlakta bu üç ses olamaz" diye..
Bengi pırıl pırıl okudu.. Kendini ve sesini zorlamadan.. Maria Callas öyle demiş zamanında seslendirirken.. "Zorlamadan.."
Günümüz Mahalle Baskısını temsil eden Alfredo'nun Babasında da
Tuncer Tercan çok çok iyiydi..
Orkestraya da bayıldım açıkçası..
Nihat Karaman'ın minimalist dekorlarını ben beğendim. Bir devasa ayna, bir yatak/divan ve bir avizeyle, Paris'in en şaşaalı fahişesinin evini iyi simgeledi. Bizim evin saraylısı Serpil, dekoru da, kostümleri de beğenmedi oysa.. Kostümlerde haklı.. Nursun Ünlü, basit, hatta yavan kalmış.. Çok daha gösterişli, çok daha çarpıcı olmalıydı, o devir Paris sosyetesi..
Aytaç Manizade'nin yönetmen olarak bir yorumculuğuna da rastlamadım. Tam da en klasiğinden opera sahnelemiş.. 100 yıl önce de böyle oynanmıştı herhalde..
Değdi.. Ankara'ya gittiğime değdi.. Sadece Murat, sadece o Brindisi için dahi tekrar tekrar gitmeye değer!..
Bugünkü Tüm Yazıları
La Traviata.. Ya da güzel Ankaram!..
Yayın tarihi: 1 Aralık 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/01//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.