Cumhuriyet'in Anayasa'da ifade edilen temel değerlerine saygılı olan tüm siyasi partilerin demokrasimiz için zenginlik olduğuna inanıyoruz. Aynı şekilde, şiddet içermeyen tüm görüşlerin de düşünce ve ifade özgürlüğünün içselleştirilmesine katkı yapacağını savunuyoruz.
Ancak bir noktanın, bir ayrıntının altını çizmemiz gerekiyor:
Şiddeti reddetmemek, hele hele bölücü terör örgütünün kanlı eylemlerini kınamayı reddetmek de şiddete pasif veya dolaylı destek anlamına gelmiyor mu? DTP'den söz ediyoruz. TBMM'de temsilinin demokrasimiz için gerçekten bir şans olduğunu içtenlikle düşündüğümüz DTP'den.
Partinin Grup Başkanı ve Mardin Milletvekili Ahmet Türk dün PKK'nın saldırılarını kınama çağrılarını reddetti, böyle bir şeyin kendilerinin "Hiçleştirilmesi", hatta "Kişiliklerinden ve onurlarından ödün verilmesi" anlamına geldiğini söyledi.
Türk ve arkadaşları, DTP'nin kurulduğu günden beri bu çizgiye sıkı sıkıya bağlı kalmakta direniyorlar.
"Bugüne kadar bizden PKK'yı kınamaktan başka bir şey istenmedi. Bizi hiçleştirerek rol biçmeye çalışılıyor" diyorlar...
"PKK'yı kınarsak, halk üzerinde etkinliğimiz kırılır, halktan koparız" diyorlar...
Geçen hafta
AB ülkelerinin Ankara'daki büyükelçilerinin topluca Türk'e yaptıkları "PKK ile aranıza mesafe koyun" telkinleri bile işe yaramadı. Tıpkı iki yıl önce AB büyükelçilerinin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e yaptıkları benzer uyarı ya da tavsiyenin de sonuçsuz kalması gibi.
İki hafta önce
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Raportörü Ria OomenRujiten'in Strasbourg'da kendisini ziyaret eden DTP'nin kadın milletvekillerine, "PKK ile aranıza mesafe koyarsanız, söz, sizi Saharov İnsan Hakları Ödülü'ne aday göstereceğim" vaadinin de zerrece etkisi olmadı. (2004'te o ödülü Leyla Zana'ya vermişlerdi. Şimdi onun Öcalan'la yatıp Öcalan'la kalkması konusunda ne düşünüyorlar acaba?)
İspanya modeli ve hatırlatma Ahmet Türk'ün "PKK'yı kınarsak halktan koparız" gerekçesiyle Kürt kökenli tüm Türk vatandaşlarını en azından örgüt sempatizanı göstermek veya varsaymak gibi bir gaflete düşmesini bir yana bırakıyoruz.
Ama onun "Hep birlikte elimizi taşın altına koyalım. Şiddet ve silaha karşı hep birlikte duralım" çağrısını sorgulamaktan kendimizi alamıyoruz.
Çünkü o ve arkadaşlarının
"Silahlar karşılıklı sussun" anlayışı, "Bölücü terörle 23 yıldır süregelen mücadelenin yeneni ve yenileni olmayan bir çözümle bitirilmesi" talebini içeriyor. Bir başka deyişle, "Bölücü terör örgütünün o düşük yoğunluklu savaştan yenilmeden ayrılması" beklentisini barındırıyor.
Bu, en yumuşak ifadeyle söylersek yukarda belirttiğimiz gibiteröre pasif destek anlamına gelmiyor mu?
DTP, Diyarbakır'da üç gün süren "Demokratik Toplum Kongresi"nde hazırladığı "Siyasi Tutum Belgesi"nde Türkiye için İspanya modelinden esinlenmiş bir model öneriyor. (O belgeyi önümüzdeki günlerde ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz.)
Ama İspanya'nın bir başka gerçeğini göz ardı ediyor: Terör örgütünün vitrini olarak ortaya çıkan veya öyle değerlendirilen siyasi partiler derhal kapatılıyor. Terör örgütüyle arasına mesafe koymayan, terör eylemlerini açıkça kınamayan siyasiler, gözünün yaşına bakmadan cezaevine konuluyor. AB de İspanya'nın bu politikalarına tam destek veriyor.
DTP'nin başına da böyle bir şey gelmesini ne isteriz, ne dileriz. Asla! Ama onlardan da yasaların sınırlarını bu kadar zorlamamalarını, yangına benzin dökmemelerini beklemek veya istemek, hakkımız olsa gerek. Hiç değilse bıçak sırtında yürüdüğümüz bu günlerde...
Yayın tarihi: 31 Ekim 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/31//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.