Lunapark, fuarın her döneminde çocukların en çok ilgisini çeken yer oldu.
Özlüyor muyum ne?
İzmir'de yaşayan yazar Muzaffer İzgü, nostaljik yazısıyla SABAH okurlarını, İzmir Fuarı'nın eski ihtişamlı günlerine götürüyor ve fuarla ilgili anılarını anlatıyor..
Birinci ve ikinci sınıfta beni okutan Leman Öğretmenim anlatmıştı. Önce İzmir'in çekirdeksiz üzümünü anlatmıştı. Çekirdeksiz üzüm nasıl olurdu? Ah çocuk dünyam, düşlerimde avuç avuç üzüm atardım ağzıma. Çiğneme, yut, nasıl olsa çekirdeği yok. Ya İzmir'in inciri, bir ballı ki, balı usundan akıyor. Kabuğu da incecik, hiç benzemez Adana'nın incirine. Zaten üç tanesini zor yersin balından, şekerinden ötürü. İncir ağaçları düşlerdim, kendi boyumda, üzeri yemişle dolu. Bir gün İzmir Fuarı'nı anlattı Ödemişli Leman Öğretmenim. Öyle kocaman bir park ki, içinde bütün çiçekler var, bütün ağaçlar var. Fuar mis gibi kokar. Gülü iste, gül gibi, menekşeyi iste menekşe gibi koksun, ardıcı iste, ardıç gibi koksun. Bir de içinde hayvanat bahçesi var ki... Kuşlar, kurtlar, ayılar, maymunlar, arslanlar... Bu hayvanlar, çocukları öyle çok öyle çok severler ki, onların elinden simit, fındık, elma, armut yerler. Bir de Lunapark var ki... Hayır hayır, artık sınıfta değiliz. Kırk çocuk İzmir Fuarı'ndayız. O göklere çıkıp aydedeyi öpen dönme dolaba biniyoruz. Mini tren bizi tünellere girerek çıkararak ırmaklara götürüyor. Her salıncak sanki bir kocaman kayık, içinde onlarca çocuk bir ağızdan şarkılar söylüyoruz. Kahkaha aynaları kimimizi sıska, kimimizi şişman yapıyor. Neler satılmıyor ki fuarda? Yok yok... Ama biz çocuklar için yiyecekler çok önemli. Pamuk şekerler, keten helvaları, ballı simitler, mis kokulu kurabiyeler, tarçınlı pastalar, üzüm şerbetleri, limonatalar, ayranlar...
JAPON PAVYONU...
Kırk çocuk, kırkımız birden kafaya koyuyoruz, İzmir'e gideceğiz. Elbette büyüyünce. Eh, şimdi bakalım İzmir nerede? İşte Adana... İşte Konya... İşte Afyonkarahisar... İşte Uşak... İşte İzmiiir... İzmir'e varır varmaz dosdoğru fuara... Koşa koşa hayvanat bahçesine. Yoo yooo lunaparka. Hayır Japon pavyonuna, orada oyuncaklar varmış. İstediğin denli oynarmışsın, hiçbir Japon bir şey demezmiş. İlk kez 1956 yılının yaz sonunda gördüm İzmir'i ve İzmir Fuarı'nı. Otobüs Varyant'tan inerken öyle heyecanlıydık ki. Körfez, Karşıyaka, Kadifekale... Hani fuar nerede? Otobüs garajı fuarın dibinde... Ama önce otel. Otellerde yer mi yok? Pekiyi biz nerede kalacağız? Öyle İzmir'de tanıdığımız, akrabamız yok ki, tak kapı, "Biz hem size geldik, hem de fuara geldik," diyelim. Oh oh, bir otelde yer varmış, ne şans ne şans!.. Yeri istersek tutarmışız, istemezsek tutmazmışız, paşa gönlümüz bilirmiş. Zaten bir saate kalmaz, bu yeri de bulamazmışız. Karı koca aynı odada kalamayacakmışız. Kadınlar ve çocuklar için kocaman bir oda varmış. Belki içinde 10 kadın bir arada yatacaklarmış, çocuklarını koyunlarına alıp. Ya erkekler? Onlar içinde dam varmış. Yani yıldızların altında. Yataklar sıra sıra, üzerlerinde battaniyeler...
ÖNCE HAYVANAT BAHÇESİ
Otel işi tamam. Şimdi dosdoğru fuara. Basmane'deki kapı ana baba günü... Zaten öyle derlermiş Ödemiş'te, Akhisar'da, "Siz daha fuara gitmediniz mi?" Fuara mutlaka gidilirmiş. Fuara gitmeyen Egeli kalmazmış. Ya öteki bölgeler? Onlar da akın akın gelirlermiş trenlerle, otobüslerle o bir ay içinde. İzmir'den alınacaklar hep fuar günlerine saklanırmış. Giysiler, ayakkabılar, terlikler, kumaşlar, örtüler, çarşaflar... Her türü varmış Kemeraltı'nda. Biz? Biz de gece otelimizde yattıktan sonra yarın sabah kalkınca dosdoğru Kemeraltı'na. Öyle bir liste yapmışız ki. Onları aldıktan sonra otobüsümüze bineceğiz, Aydın'a gideceğiz. Ama önce fuar. Acaba nereden başlasak? Oğlumuz hayvanat bahçesi diyor. Önce onunki olacak. Ay şu maymunların güzelliği, şaklabanlıkları. Sincapların ne denli uzun kuyrukları var. Arslan herkese küsmüş mü? Ya o renk renk kuşlar, durmadan ötüyorlar. Şu küçücük atlar ne? Aman ne sevimliler. Ya şu, öküz mü, inek mi, yoksa başka bir hayvan mı? Kapısındaki yazıyı okuyalım bakalım... Oğlumuz hiç çıkmak istemiyor hayvanat bahçesinden. Ama lunaparkı duyunca uçuyor. Biz de uçuyoruz. Dönmedolabın en tepesindeyiz, İzmir'i tepeden izliyoruz. Ah güzel İzmir, Leman Öğretmenimin İzmir'i. Aynalar çok komik. Herkes kahkahalarla gülüyor. Mini tren fuarın içini tanımak için en güzel düş aracı. O düş aracının içinde binlerce insanın arasından lokomotif düdükleriyle çuf çuf çuf diye uçup gidiyor, fuara gelen binlerce insanı selamlıyoruz. Sonra, benim görmek istediğim pavyonlar... Şu Hindistan pavyonu, şu İngiliz pavyonu... Pavyonlar bitmek bilmiyor ki. Sanki İsveç pavyonu içine girmesek bize küsecek. Of, ne yorgunluk, ne yorgunluk!.. Ama tatlı bir yorgunluk. Acıktık mı? Şurada köfteci var. Ayran da buz gibi, meyveli gazoz da buz gibi. Bunun üzerine bir de haşlanmış mısır alırsak. İşte boş bir kanepe... Boş kanepe fuar piyangosu. Ye mısırını, dinle Zeki Müren'i, Hamiyet Yüceses'i, Müzeyyen Senar'ı. Şık giyinmiş insanlar önünden geçiyorlar... Çocukların hepsinin yüzünde gülücük çiçekleri.... Of, eski fuarları özlüyor muyum ne?
Yayın tarihi: 21 Ekim 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/21/pz/haber,4EEF69D70A324D8AA20F1AEC76E2DCC2.html
Tüm hakları saklıdır.