Avrupa Birliği, 2005 baharında Fransa ve Hollanda'daki referandumlarda "Hayır" çıkmasıyla girdiği anayasa bunalımından 30 ay sonra kurtuldu. AB liderleri önceki geceyarısına doğru Lizbon'da "Reform Anlaşması" taslağında uzlaşmaya vardılar. Metin 13 Aralık'taki yıl sonu zirvesinde imzalanacak.
Bu uzlaşmayla hazırlıklarına Kemal Derviş ile Zekeriya Akçam'ın da katıldığı, 29 Ekim 2004'te Roma'da düzenlenen törenle Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül'ün de imza koyduğu Avrupa Anayasası yürürlüğe giremeden tarihe karıştı. Emeklerimize ve imzalarımıza yazık oldu.
Bir Cumhuriyet Bayramı'nı kutladığımız güne denk gelen Roma'daki törenin Türk kamuoyunda yarattığı coşkuyu anımsayın, bir de uzaktan izlemekle yetindiğimiz Lizbon'daki gelişmelere gösterilen ilgisizliğe bakın! Meğer Türkiye-AB köprüsünün altından ne sular akmış. Lizbon Anlaşması adı verilen yeni anayasa taslağı (Ancak Avrupa kamuoyunda alerji yarattığı gerekçesiyle "Anayasa" sözcüğünü kullanmaktan özenle kaçınılıyor), AB'ye hem yeni kurumlar getiriyor, hem de karar alma sürecini kolaylaştırıyor.
AB başbakanı geliyor Örneğin anlaşmanın 1 Ocak 2009'da yürürlüğe girmesinden sonra 6 ayda bir değişen dönüşümlü başkanlık sistemi sona erecek, yerini AB liderlerinin 2.5 yıllık dönem için seçeceği başkan (AB başbakanı) alacak. Ayrıca AB Dış Politika ve Savunma Yüksek Temsilcisi, aynı zamanda AB Komisyonu'nda başkan yardımcısı olarak yer alacak. Birçok alanda oybirliği koşulu kaldırılacak, kararlarda nitelikli çoğunluk aranacak. Yani üye tam sayısının yüzde 55'ini (27 üyenin 15'i) ve AB'nin toplam nüfusunun (500 milyon) yüzde 65'ini temsil eden ülkelerin olumlu oyu bir kararın geçmesi için yeterli olacak.
Ancak biz en çok Avrupa Parlamentosu'nun yetkisinin artırılmasını önemsedik. Örneğin
2009'dan itibaren AB Komisyonu başkanını liderler değil, Avrupa Parlamentosu seçecek. İşleyişi de şöyle olacak: Parlamentodaki gruplar adaylarını belirleyip Avrupa kamuoyuna ilan edecekler. Daha sonra 2009 ortasında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçiminde bu adaylarıyla halktan oy isteyecekler. Tıpkı belediye başkanı seçimlerinde olduğu gibi.
Bir ilginç yenilik daha:
AB politikalarının oluşturulmasında halkları daha fazla söz sahibi yapmak için "Toplu girişim" hakkı getiriliyor. Birçok ülkeden en az bir milyon yurttaşın imzasını taşıyan bir istek veya öneri AB Komisyonu'nda değerlendirilecek, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi'ne (liderler zirvesi) götürülecek.
Referandum korkusu AB liderleri bir yandan halka daha çok söz ve yetki vermekten söz ediyorlar ama bir yandan da Fransa ve Hollanda sendromunun depreşmemesi için yeni anlaşmayı referanduma götürmeyi reddediyorlar. Oysa kamuoyu araştırmalarına göre, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya ve Fransa'da halkın ezici çoğunluğu (Yüzde 63-76 arasında değişiyor) yeni anlaşmanın da referanduma sunulmasını talep ediyorlar.
Liderlerin referandum korkusunun gerekçesi: "Halk anayasa veya anlaşma gibi karmaşık konuları anlayıp fikir sahibi olmakta zorlanıyor. Bundan böyle sadece basit konularda onların görüşüne başvurulacak!" Basit konulara verilen örnek ne biliyor musunuz; Türkiye'nin AB üyeliği! Brüksel koridorlarında, Türkiye'yle müzakereler birgün (2020'lerde!) kazasız belasız tamamlanırsa ve o tarihte AB'nin "Entegrasyon kapasitesi" katılımına elverirse, son kararın tüm üye ülkelerde (Herhalde o zamana kadar Hırvatistan'ın yanı sıra Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Arnavutluk ve BosnaHersek de kulübe girmiş olacak) aynı gün yapılacak referandumla halka bırakılması görüşü giderek daha çok destek buluyor.
Ne diyelim; pes! Ya da gün ola harman ola!
Yayın tarihi: 20 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/20//haber,A95B3A0DAD6C4981A54D2FB4D325E842.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.