kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 2 Ekim 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Öyle de böyle de

Aslında yazının tamamında, "Irak'ı üçe bölme planı"nın ABD'de kazandığı "parlamenter" güçten söz edecektim.
"Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi, helikopter satışı" gibi konularda "Türkiye'nin resmi politikası ve ABD'den beklentileri"ne epey ters duruşlarıyla da bilinen Demokrat Parti'den Senatör Joseph Biden, bu konuda epey yol alıyor.
Birkaç yıldır, Biden ile Vietnam Savaşı dönemi de dahil yıllarca ABD Savunma ve Dışişleri bakanlıklarında etkin bir yeri olan, gazetecilik de yapan Leslie Howard Gelb tarafından savunulan tez geçen hafta Senato'da çoğunluk desteği buldu.
Geçmişte, sadece Yugoslavya'nın değil, "kriz bölgesi" Bosna'nın da bölünmesini savunmuştu Biden.
"Bölme çarpma"da epey tecrübesi, ABD'nin Irak'ta batağa batmasından ötürü de "gerekçeleri" mevcut.
Gelb ise son zamanlarda, ABD'de sıkıntı yaratmış bir kitaba karşı tezleriyle epey konuşulmuştu.
Önce makale olarak yayınlanan kitap John J. Mearsheimer ile Stephen Walt'ın, "İsrail Lobisi ve ABD dış politikası" üstüne tespitleriydi; ABD'nin temel dış politika tercihlerini İsrail'in ve ABD Yahudi Lobisi'nin belirlediğini ileri sürüyordu.
Akademisyen yazarlar, "Elbette tüm Yahudiler ve tüm İsrailliler değil" de demişti; yine de "Yahudi düşmanı, anti-semit" olmakla suçlanmışlardı.
Makalenin ve kitabın tezini savunanlardan, medya eleştirmeni Norman Solomon, onları "Yahudi düşmanı" olmakla suçlayanlara karşı yazısında, "Ben de Amerikan Yahudisiyim" demişti.
Mearsheimer dahi öyle olabilirdi!


Neyse. Ne diyecektim, nereye geldim.
Senato'da Demokratlar "Irak'ın üçe bölünmesi" ni isteyip kimi Cumhuriyetçinin desteğini de alırken, aynı gün bu sefer Cumhuriyetçilerin oylarıyla "İran Devrim Muhafızları" da "terörist örgüt" ilan edildi.
Şu anda, kâğıt üstünde, Demokratlar sonuncu kararı, Cumhuriyetçiler'in çoğu ile Beyaz Saray da birinciyi kabul etmiyor.
Hafif denge durumu.
Ama birbiri peşi sıra olabilecekler şöyle: Türkiye'nin Ermeni meselesiyle ABD'de zorlanması; PKK ile burada kışkırtılması. Irak'ın federatif şemsiye altında bölünmeye götürülmesi. İran'a saldırılar. PKK'nın İran'a karşı da kullanılması. Türkiye'nin kaç arada, kaç derede kalması.


Yazının başında demişim ki, "Aslında yazının tamamında bu konudan söz edecektim".
Yani daha ziyade başka bir şeye değineceğimi yazmışım farkında olmadan.
Onun ana fikri şu:
Güçlü bir devlet (ABD) ve orada birileri, kendilerinde, ülkelerin, halkların kaderini çizebilme hakkı görüyor.
Güç; askeri, maddi yahut devlet veya bir makam, ülkelerle ve insanlarla hukuksuz, keyfi, kaba biçimde oynama hakkı görüyor kendinde.
Dikta, despotluk, terör gibi baskı ve şiddet ortamlarından hukuk ve adalet, insanlık filan beklemeyelim de...
"Demokrasi ve hukuk, hakkaniyet" kurumu olduklarını iddia eden "modern" devletler ile bürokrasileri ve özel girişimleri de öyle.
Hayatın çeşitli anlarında, belki sık sık, belki sürekli buna muhatap olabilirsiniz. Bilirsiniz..
Bizim mesleğin işi zaten bunu da gözleyip değerlendirmek.
Ama, gazeteciler de genellikle, patron yahut devlet, devlet birimi; keyfi kabalıkların, dayatmaların muhatabı, mağduru, rehinesi.
"Gazetecilik niteliği" dışında binbir türlü "sözde kriter"le, birileri insanların meslek hayatı ve tüm hayatı üstünde balta, balyoz, topuz, çekiç, testere olabiliyor kolayca.
Tamam, herkes sırf parası ile patron veya yetkisi ile devlet oldu diye "gazeteciliğin özü"nü idrak edemeyebilir ama, "demokratik hukuk devleti bir cumhuriyet"te, demokrasi, cumhuriyet ve hukukun özünü idrak çok mu zordur?
"Güçlünün dayatması"nın demokrasi ve hukukun esasına aykırılığı aynı; ister işgal eden, ülkeleri bölen ABD veya senatörleri olsun, ister elindeki imkân veya yetkileri diktatör gibi insanlara dayatan özel sektör veya devlet beyleri!