Tevfik Fikret, bugün yaşasaydı, İstanbul için söylediği: "Bin kocadan arta kalan bakire..." sözünü Bodrum için de söyler miydi? Benim bu çok sevdiğim beldeyi tarifim ise şöyle: "Bodrum; 40 kocalı bakire kadın!" Bodrum'a fazla haksızlık yapmak istemem. Çünkü karşı kıyıda gay'lerin adası Mikonos var! Elbette karşı kıyıda Mikanos'ta özgürlükte sınır yoktur. Ama mutluluk var mıdır? Yani özgürlüğün o tatlı sarhoşluğu var mıdır? Biz erkekler için Bodrum ne anlama gelir, henüz çözmüş değilim. Çözdüğüm tek gerçek şu: Türk kadınının, özgürce yaşadığı tek yer! Bir erkek gözüyle gözlemlerim ise şöyle... Bodrum'a ayak basan her kadın, özgürlüğünü hissediyor, hissettiriyor. Mutluluk içinde yaşarken, etrafına da mutluluk saçıyor. İnanılmaz değişime uğruyor. Bu büyü gibi bir şey. Biliyorum şunu sorabilirsiniz: Nasıl olur da kadınlarımız, Türkiye'nin hiçbir kentinde yaşamadıkları özgürce yaşam duygusunu Bodrum'da yaşıyor? İnanır mısınız bilmem, ama ben şu iki şeye inandım. Birincisi, Bodrum kadınların kenti... İkincisi, Bodrum'a gelen her kadın güzelleşiyor! Bodrum'a gelen her kadın, hep yalnız olsa bile o asla yalnız değildir. İşte bu nedenledir ki Bodrum'daki her kadın, benim dünyamda 40 kocalı bakire kadındır. Galiba kadınların o gizemli dünyasının büyüsü de budur efendim! Biz erkekler için Bodrum, aslında çok şey anlatsa da eğer o erkek yalnızsa ve sevdiğinden, özlediğinden uzakta ise Bodrum hiçbir şey ifade etmez. Affedersiniz! Eğer sevgilisi yoksa, Bodrum bir erkek için her sabah baş ağrısıyla uyanmak demektir! Bodrum'daki kadın ve erkek arasındaki ince çizgi budur. Çok özel bir şey daha! Kadınlar, neden düğün evindeymiş gibi çığlık atarak şarkı söyler? Erkekler, nasıl olur da sanki cenaze evindeymiş gibi hüzünle çalar? Eğer caz seviyorsanız, bu duyguyu yaşıyorsunuz demektir. Efendim! Marinada teknemin içinde ruhumu sessizliğe gömerken caz, sanki bana pamuk tarlasından kaçan zencilerin kırbaçlanırkenki haykırışı gibi geldi. Dayanamadım, Marina Yat Kulüp'e gittim. Bir köşeden dinleme ve izleme şansım yoktu. Sevgili Barış'ın ısrarıyla orkestranın bir metre önündeydim. Yaşadığım şudur efendim: Amerikalı zenci bayan, içten ve kalpten söylüyor. Bizim Selen ise söylediğini hissediyor mu bilmiyorum. Attığı çığlık, fareden korkan kadın sesi gibiydi. Bizim Duygu ise çığlık atmaktan vazgeçti ve Aşık Veysel'in, "Uzun ince bir yoldayım.." türküsünüs öyle yorumladı ki caz desem değil, folk desem hiç değil. Basit müzik kültürüm bir yana, beni o gece bir tek bu şarkı aldı götürdü. Dans ederek, tekneme gelirken hiç de yabancılık çekmediğim bir melodi, büyük usta Önder Bali'nin yönetiminde herkesi oynatıyordu. Komşu teknenin güvertesinde oturan piyanist Çetin, "Dinle bu şarkıyı," dedi. Dinlerken iskelenin ucunda bile dans ettim. 'Çıplak ayaklı kontes' ismini taktığım Yasemin, gülümseyerek o bilinen muzipliğiyle anlattı: Dünyanın en iyi müzisyenlerinden biri olan Dave Brubeck Türkiye'ye gelir. Dinlediği müzikten o kadar çok etkilenir ki dönüşte iki harika beste olan
Take Five ve
Blea Ronda Ala Turca'yı yapar. Bu iki beste şu an dünya klasiklerindendir. Vay be dedim! Bu kez Çetin, muzipçe gülümsedi, "Biz Türkler, buna 'aksak ritim' deriz. 5-8 ve 9-8'dir. Yürürken bile insanı dans ettirir." Dostlara tavsiye... Komşunu müzisyenden seç, mutluluk içinde dans et!
Yayın tarihi: 16 Eylül 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/16/pz/haber,2E7937E64CF34E3BAD187F4AB8E1C140.html
Tüm hakları saklıdır.