RAHMETLİ babam, kurcalama uzmanıydı. Eline ne geçirirse derhal söker, inceler sonra da takmaya uğraşırdı. Başaramayınca da sinirlenir, "Bana bozuk mal satmışlar," derdi. O yüzden annem, kurcalanacak ne varsa el altından kaldırırdı. Eve aldığımız ilk buzdolabının etrafında dört kardeş dönerken, babamın o gür sesi duyuldu: "Hatun! Nerede benim İngiliz anahtarıyla tornavida?" Annem, başına gelecekleri bildiği için, "Komşular istedi verdim. Şimdi onlar yazlıkta," dedi ve buzdolabını kurtardı. Babam, buzdolabının nasıl çalıştığını inceleme altına alınca, bu kez annem sesini yükseltti: "Herif! Çocukların limonataları ılıyacak. Bir dakika şu dolabın etrafından uzaklaş bakiiim..." Zaten biraz sonra komşular geldi. Babamın öğretmen maaşıyla aldığı buzdolabından soğuk şerbetler ikram edildi. Öyle ki telli dolaptan, buzdolabına geçmekle mahallede statümüz de değişmişti. Hâlâ o günleri düşünür şaşarım. Maraş'ta ve daha sonra İskenderun'un o cehennem sıcağında, annem bir gün bile sakladığı yemekleri kokutmadı. Evin en serin ve en yüksek yere konulan telli dolabı bazen çok özlerim.
'ANNEMİN ÇAMAŞIRLARI' Bir şeyi daha unutmam. O gün annemin gözlerinin içi parlıyordu. Öyle mutluydu ki... O mutluluğu, çamaşır ve bulaşık makinesi alındığı gün de yaşadı. Mazı külüyle çamaşır, defne yaprağıyla bulaşık yıkamaktan kurtulduğu gün mırıldanmıştı: "Artık benim ellerim de pamuk gibi olacak!" 60'ına merdiven dayıyorum ya... Bunca yıl sonra ilk kez iki kardeş tatil yaptık. Nasıl bir tatil ama... Hep çocukluk günlerimizi hatırladık, güldük, hüzünlendik. Ama günün en büyük anında da hep tartıştık. O Alman vatandaşı olmanın disiplinli hayatı içinde, benim boş vermiş hayatımı asla kabullenemedi. Her gün onu sinirden deli ettim, ama o hep başını sallayıp, durdu: "Siz Türkler var ya... Sizleri hiç anlamıyorum!" Karım Sevinç, bu tepkiye hep güldü, geçti. Oğlum Mesut, sorunu pratik biçimde çözdü: "Çok haklısın Hans amca..." Benim o dünya güzeli ağabeyim de aynen babam gibi... Ama o bozma konusunda ne kadar yetenekliyse, onarma konusunda da o kadar yetenekli. Elinden her iş gelir. Yapamadığı zaman da herkese kızar: "Siz Türkler bozuk mal üretiyorsunuz." Sanki babam yaşıyor. Bu da benim yeni keşfettiğim ve beni çok mutlu eden bir duygu... Bir gün İngiliz Limanı'nda öyle tartıştık ki adam gitti, ayağındaki terlikle 18 kilometre yürüdü. Sakinleşip gelince, o gün kesip sakladığım Hıncal Uluç'un yazısını önüne koydum: "Bak ,iki kardeş Hıncal-Öcal, birbirleriyle kavga ederek ilk kez harika bir tatil yapmışlar." Bana döndü, "Biz niye kavga ettik?" dedi. Ben hatırlayamadım, o ise hiç hatırlayamadı. O gece iki kardeş çocukluğumuzu hatırlayıp o kadar çok güldük ki... Biz çocukken ağabeyim, üstü kirlenir diye hiçbir şey yapmazdı. Çocukluğundan beri de sağ elini pantolonundan çıkarmadı. Biri elini sıkarsa kirlenirmiş. Ben ise mahallede top peşinde koşan bir serseriydim. Rıfat, Vural, Hasan, Galip ve Nazım'dan oluşan ressamlar ekibi, gece olunca ya kayık çalar denize açılırdık ya da o günlerde moda olan
Drakula filminin müziğini teybe kaydeder, geceleri yıkık binaların arasından çıkıp bisikletle devriye gezen bekçileri korkuturduk. O gecenin sonunda... Mehtap, inanılmaz güzeldi. Gökova Körfezi'nin üzerinde milyonlarca yıldız ışıldıyordu. Bana "Hadi bakim," dedi, "Ay ayakta olunca kaptan da ayakta olur. Yatmak yok. Bu harika ve güzel havada Çökertme'ye geçelim." "Aman ağabey," dedim, "Asım Kaptan der ki: 'Ay ayaktaysa, kaptan yatakta olur. Yani denize açılınmaz." Yanağımı okşadı. "Bak kardeşim," dedi, "ağabeyin okyanuslarda yelken açmış denizci. Bu küpeyi de boş yere takmıyoruz. Senin Asım Kaptan'ın, kaledeki camiyi kaybetmeyen kaptandır. Hadi demir al, yola çıkıyoruz."
ROMANTİK GÜNDOĞUMU
İngiliz Koyu'ndan burnumu dışarı çıkarınca öyle bir tokat yedim ki... Geri dönsem, dönemem, batarız. Motora yüklendim ve dalgalarla boğuşmaya başladım. O harika gökkubbenin altında sanki cehennemin içindeyim... Bastık küfrü... Kardeşimden bir azar işittim: "Ay ayaktaysa, kaptan yatakta olur. Ben uyuyacağım." Sabah güneş doğarken Kara Ada görününce, karım Sevinç'e takıldım: "İkinci kaptanlığı hak ettin. Bu ne cesaret!" O da bana gülümsedi. Sonrasında o güneşin doğuşundaki romantik ortamda birbirimize sarıldık. Bu güzel tabloya Kaptan'ın neşeyle havlaması da eşlik etti. Ah!... "Kaptan," dedim değil mi? Sanki evladını evlatlık veren anababaya döndük. Ağlaşıyoruz ve "Kaptan'dan söz etmek yok," diyoruz. Biz bu kararı Kaptan'ın mutluluğu için aldık. Bodrum'dan gelip sitedeki eve girince köpeğin dünyası yıkıldı. Yemek yemez, sinirli, her geçene havlar hale geldi. Uzmanlara göre Kaptan'da Bodrum sendromu oluşmuş. O denizde ve ormanda yaşamak istiyor. Boynunda tasması olmadan özgürce koşmak için... Bu nedenle kalbimize taş basarak Kaptan'a iyi bir anne ve baba arıyoruz. (İlgilenenler eğitmen İsmail Efe'ye başvurabilir.
Tel: 0532 2045812)
Yayın tarihi: 26 Ağustos 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/26/pz/haber,C4016E112DD64DEEB5407A3D2C800BD4.html
Tüm hakları saklıdır.