kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 5 Ağustos 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH 
KAZIM KANAT

"Yassah yaklaşma!"

Güneşin doğuşu, yeni bir hayatın başlangıcı demektir. Renklerin deniz üzerinde dans ettiği o yemyeşil koyda, Meleğim'i kıçtan kara yapıp, çam ağacını bağlarken ikinci kaptan Sevinç Hanım sordu: "Bizi nereye getirdin!" Teknemi çam ağacına bağlayan halata, son gemici düğümünü atarken mırıldandım: "Cennete!" Karım Sevinç'in hayranlıkla çevreyi izlemesi, beni öyle mutlu etti ki... Onu daha çok mutlu etmek için "Burada güneşin batışı bir başkadır. Her akşam, bir öncesinden daha değişik renkler denizin üzerinde dans eder," dedim. Otluk Koyu'ndan söz ediyorum. Muhteşem bu tabloda insana enerji veren günlük ağacının o bol oksijenini içimi çekerken, Sevinç'in çığlığı beni şok etti: "Oğlum denize düştü. Yardım et!" Bir de baktım ki bizim Kaptan Kristof Kolomb, karaya doğru yüzüyor, Sevinç de onun peşinde... Bizim Kaptan, karaya çıkar çıkmaz, ilk ağacın dibini kokladıktan sonra uzun bir işeme operasyonu yaptı. Biraz önce "Oğlum boğuluyor," diye çığlık atan Sevinç Hanım, bu kez kahkahalarla gülüyordu. Anladık ki, köpeğimiz Kolomb'un tuvalet sorunu için çözüm üretmemiz lazım.

SEZER NİYE TATİL YAPMAZ?
Çevreyi tanımak için takma motorlu botumuza atladık. Koyun içine girince, bir düdük sesi ve sonra gür sesli bir Mehmetçik'in uyarısıyla karşılaştık: "Yasak bölge hemşehrim. Yaklaşma, uzaklaş!.." "Olur tertip," dedim. Sonra da "Bu cennet köşeyi rahmetli Özal cennete çevirmişti. Şimdi kimse gelmediği için ölü bir koy gibi..." diye devam ettim. Sevinç korkuyla botun yönünü çevirirken, "Beni niye yasak bölgeye getirdin?" diyordu. Bu kez kahkahalar içinde anlatmaya başladım: "Bir askeri birlikte oturulacak bir sıra boyanır. Kimse bu boyalı yere oturmasın diye başına nöbetçi dikilir. Günler gelir, geçer o sıraya kimse oturmaz, başından da nöbetçi eksilmez." Sevinç, "Ne saçmalıyorsun?" dedi. "Yok bir şey. İşte nöbetçi askerin yaptığı bu. Emir, demiri keser," dedim. Ama o hâlâ öfkeliydi: "Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer ve eşi emeklilik özlemi çekiyor. Peki buraya gelip, niye dinlenmiyorlar? Burası gibi bir cennet nerede? Çankaya'da önüne gelen her kararnameyi veto etmekten yorulmadı mı? Yorulan insanın verimi düşer. Hem tatil herkesin hakkı. Cumhurbaşkanı bile olsa... Keşke Sayın Sezer burada olsaydı, birlikte yüzerdik!" Vallahi kadın kısmının diline düşmeyeceksin. Ben "Otluk Koyu," dedim, o tatil felsefesini anlattı. Akşam yemeğine; bir eski dost, askerlik arkadaşım ve eski bir meslektaşım (Çok sıkı bir sendika - işçi muhabiri ve yazarıydı) Cengiz Soydemir, bahçesinde yetiştirdigi domates, biber, patlıcan ve dört çupra ile gelmez mi? İki evliliğin ardından ödediği tazminat ve nafakalardan sonra kendini bir koya zor atmış. Tek kelime ile Robinson hayatı yaşıyor. (O kadar da değil. Sıkı bir kitap kurdu. Koyunu ressam ve şairler köyü yapmak için çalışıyor.) Eh, sıkı bir komando subayı olduğu için dağlarda tek başına kamp da yapıyor. Bir gün köylülerle sohbet ederken yanından geçen bir yılanı tek eliyle yakalamış. Sonra da "İşte akşam yemeğim çıktı," demiş. Sevgili arkadaşım Cengiz, bu olayı anlatırken "Tertip," dedi, "sana kızardım. Niye bu askerlik işlerini ciddiye alıyorsun, diye. O komando eğitimlerinin Hayati idame ve cehennem haftası) o kadar faydasını gördüm ki... Köylüler önce bana garip garip bakıp, "Bu adam bu kadar çok şey biliyor, niye Robinson gibi yaşıyor," diyorlardı. O yılanı yakaladıktan sonra bu kez fikir değiştirip "Bu adam, tekin değil," dediler. Ben de rahat ettim, onlar da!" Eh, iki gazetecinin sohbetinden haber de çıkar elbette... Hepsi haftaya...