Toplumun ciddi bir bölümünün bilinç altında yuvalanan ve zaman zaman (son dönemde epey sık) dışa vuran korkuların kaynağı Sevr Antlaşması'nın imzalanmasının dün 87'nci yıldönümüydü. Sessizce geçiştirildi. Niyetimiz ezberleri bozmak değil; sadece önümüzdeki sonbaharda "Azınlık hakları" konusunda Ankara'ya eleştiriler yöneltecek AB İlerleme Raporu yayınlanınca "Sevr sendromu" depreşecek olanlara bazı tarihi gerçekleri hatırlatmak istiyoruz.
İtilaf devletleri Sevr Antlaşması'nı 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda hazırlayıp Osmanlı'ya ilettiler ve bir koşul öne sürdüler: Hem İstanbul, hem de Ankara hükümetleri onaylayacaktı. İstanbul'da Meclis-i Mebusan dağıtılmıştı, o nedenle iş Saltanat Şurası'na düştü. 43 üyeli Şura, 22 Temmuz 1920'de toplandı, görüşmeler sonunda Padişah Vahideddin, oylama niyetine, "Antlaşmayı kabul edenler ayağa kalksın" dedi. 43 üyeden sadece Topçu Feriki Rıza Paşa yerinden kıpırdamadı.
Ardından Sadrazam Damat Ferit Paşa, Maarif Nazırı Hadi Paşa, Şurayı Devlet Reisi Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşat Halis'ten kurulu heyet Paris yakınlarındaki Sevres'e giderek, 10 Ağustos'ta Osmanlı'yı tarih sahnesinden silen antlaşmayı imzaladılar.
Ankara Hükümeti, antlaşmayı asla tanımadı, dahası imzalayanları ve onaylayanları "Vatan haini" ilan etti.
Ancak 433 maddeden oluşan Sevr Antlaşması asla yürürlüğe girmedi. Vahideddin son imzayı atmayınca, Osmanlı'da onay süreci tamamlanmadı.
İngiltere ise yürürlüğe girişini "Cephedeki gelişmeler"e bağladığı ve ordularını terhis etmesi nedeniyle Anadolu'da yeni bir savaşı göze alamadığı için, sonunda onun açısından da "Ölü belge" olarak kaldı. İngiltere ayrıca Kürtler'in antlaşmada kendileri için öngörülen toprakların Ermenistan'a verilmesi üstüne Ankara Hükümeti safına geçmesinin "Şok"unu da uzun süre üstünden atamadı.
ABD ve Fransa niye onaylamadı? ABD açısından durum daha da ilginçti: İtilaf güçleri safında savaşa girdikten sonra 20 Nisan 1917'de Osmanlı'yla diplomatik ilişkilerini kesti ama savaş ilan etmedi. O nedenle de "Barış antlaşması" olan Sevr'e ne taraf oldu, ne de imza koydu. Fransa'ya gelince; Sevr Antlaşması'nı "Ulusal çıkarları"na aykırı buldu. Çünkü onun önceliği Osmanlı borçlarının yüzde 61'ini oluşturan parasını kurtarmaktı. Ayrıca antlaşmayı İngiltere'nin zaferi olarak görüyor, bunu Ortadoğu'daki çıkarları açısından son derece sakıncalı buluyordu. Bu etkenler nedeniyle hem hükümette, hem de parlamentoda antlaşmanın iptalini isteyenler kısa sürede çoğunluğa ulaştı.
Başbakan Aristide Briand o günlerde esen rüzgârı şöyle anlatıyordu: "Antlaşma gündeme gelir gelmez parlamento cephe aldı. Bunu görünce müttefiklerimizi 'Sevr'i bu haliyle onaylamamızı beklemeyin. Çünkü çok ağır hükümler içeriyor ve çıkarlarımıza zarar veriyor. Mutlaka değiştirilmesi gerekir' diye uyardım." O değişiklik 3 yıl sonra Lozan'da yapılacaktı. Hem de Türkiye'nin istediği koşullarda.
İşte bu gelişmeler sonucu, Mustafa Kemal Atatürk, 1921'de Büyük Millet Meclisi'nin ikinci yasama yılını açış konuşmasında, Sevr'in ölümünü şöyle duyurdu: "Efendiler, düşmanların bir yıllık çabalarına rağmen neticede Sevr Antlaşması maddeleri gerçekten ve hukuken yoktur. "
Tüm bunlara rağmen sendromu atamayanlar için bir not düşelim: Zaten ölü doğmuş olan Sevr'i arşivlere gönderen Lozan Antlaşması, 84 yıl önce bugün Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kutlu olsun.
Yayın tarihi: 11 Ağustos 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/11//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.