Hayat sanki dalgalar gibi, sahile vurduğunda bir şeyler götürüyor. Bazen neşe ve mutluluklar bırakıyor kucaklarımıza, bazen de içimizden birini alıp gidiyor. Arkasından, bıraktığı köpüklere bakakalıyoruz. Fırtına çıktığında büyük dalgalar patlıyor kayalarda, çığlık atar gibi sesler çıkartıyor. Deniz akvaryum gibi sakinken, kumlara sürtünürken bile mırıldanır. Nefes alır gibi gelir, nefes verir gibi gider. Her seferinde en azından birkaç kum tanesinin yeri değişir. Hayatımızda gel-gitler hiç değişmez. Bir şans verilir, dünyaya geldiğimizde nefes alırız. Alırken de ağlarız. Günü, saati geldiğinde bir bahane olur nefes verir, yok oluruz. Bu sefer arkamızda kalanlardan birkaç kişi ağlar. Ama mutlaka hiç olmazsa birkaç kum tanesinin yerinin değiştiğini, hayatta bir iz bıraktığımızı bilmek isteriz. Bu ölümden korktuğumuz, başka bir boyutta yaşama isteğimizden midir? Yoksa yaşadığımız serüvene değer katmak, farklı kılmak arzusuyla çapımızı göstermek ihtirası mıdır? Göçüp gittikten sonra arkasından "Ey ahali, buradan falanca adlı biri geçti," denmesini istemeyecek birini düşünemiyorum.
GEL-GİT RAPORU
Daha tatilin başında Feride'yi kaybettik. Çok yakın bir arkadaşım değildi, ama bulaşıcı yaşam sevinci, yardımseverliği, çevresine yaptığı olumlu etkiyle yaşamaya en layık insanlardan biri olduğunu daha iyi anladım. Aile fertleriarkasından şiirler yazdı. Arkadaşları, dostlarının çocukları bile sayfa sayfa gazete ilanları verdi. Bir kalp kriziyle aramızdan pat diye gidiverdi. Seçimden sonra tekrar Bodrum'dayız. Salaş bir lokantada, en yakın arkadaşlarımızın evlilik yıldönümünü kutladık. En çok da arkadaşlarımızın bizi evlendirme planları sırasında yaşananlara güldük. Ertesi gün öğrendik ki çok sevdiğim bir arkadaşım, kalp spazmı geçirdiği için hastaneye yatırılmış. Çarşamba anjiyo ile birlikte stent takılacak. "Tuzlu yemeyeceksin, dikkat edeceksin," demişler. Halbuki aramızda en sağlıklı yaşayan odur. Değil tuzlu, yağlı bile yemez. Meyve, sebze yer. Pilates dersleri alır, yoga yapar. Spazm denen şey aramızda bula bula onu bulup kalbini yokladı. Şaşırdık, neredeyse komik oldu. Uzun zamandır yemeklerine gittiğimiz dostlarımıza karşılık verememiştik. Bir kısmını cumartesi gecesi davet ettik. Sahilde, iskele üzerinde birlikte yemek yedik. Senede bir kere hiç bilmediğim halde (dünyaca ünlü piyanistimiz) Gülsin Önay'a kahve falı bakarım, o da çok inanır. İyileşmem şerefine davete gelip, bize piyano çaldı. Küçücük elektro piyanoda harikalar yaratırken çıkan rüzgâr, güzel yüzünün çerçevesindeki saçları uçuşturuyor, ufak dalgaların sesi müziğe eşlik ediyordu. Ama en güzeli torunumu görmekti. İlker'in oğlu, aynı onun küçüklüğü gibi, annesi Chloe ile çıktı, geldi. Çok heyecanlandım. Onu durup durup kucaklayıp öptüğüm için çocukcağızın yanakları pembe pembe oldu. Neyse ki çok iyi huylu bir çocuk. Ben ona sarılınca "Ben de seni seviyorum," diye sokuluyordu. Amerika'ya dönmeleri içime oturdu. Hayat böyle gel-gitlerle dolu. Dalgalar gibi bir şeyler getirip bir şeyler götürüyor. Siz de benim gibi yapın, getirdiklerinin içinden deniz yıldızlarını seçin, karanlıklarınızı aydınlatsın. Hayat çok kısa. Hele üç buçuk yaşında bir kız çocuğunun sizi öperek uyandırmasından daha mutlu bir şey yok.
Yayın tarihi: 11 Ağustos 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/11/ct/akin.html
Tüm hakları saklıdır.