Sevgili Hıncal Uluç'un aşk hakkındaki yazılarını sık sık okuruz. Geçenlerde ayrı evlerde yaşamanın aşkın devamı için çok sağlıklı olduğuna inandığını yazmıştı. "Aşkın ölümü nasıl olur? Alışkanlığa dönüşerek" demişti. Bu yazıyı okuyunca, ilişkilerinin alışkanlığa dönüştüğünü düşünenlere farklı bir bakış açısı sunabilmek için bir yazı yazdım ama araya 'babalar günü' girince yazı bugüne kaldı. Çiftlerin birbirlerine çok yakınlaşması gerçekten onları ayrılığa götürebilir mi? Bir ilişkinin değişim aşamalarını idare edemeyenlerin ayrılma şanslarının yüksek olması çok normal. Hayat boyu mutlu bir birlikteliğe sahip olmak istiyorsanız; bir ilişkinin evrelerine, iniş ve çıkışlarına adapte olabilmeyi öğrenmeniz gerekiyor. İlişkinin ilk evresi; aşık olduğunuz, ayağınızın yerden kesildiği, karşınızdakinin kusurlu yönlerini görmediğiniz dönemdir. Aşk hormonu olarak bilinen feronom salgılanmaya başladığında, çiftler gözlerine baktıklarında, kokladıklarında o farklı erkek ve kadın beyni bir bütün olur. Yaşam aniden bir anlam kazanır. Ama hormonlar bir süre sonra tekrar normale dönmeye başlar; o 'mutluluktan uçma dönemi' de sona erer ve hayal kırıklığı dönemi başlar.
KUSURLAR GÖZE BATAR
Romantizm döneminde bütün olan kadın ve erkek beyninin tüm farklılıkları ortaya çıkar ve eksiklikler, kusurlar göze batmaya başlar. Tartışmalar ve duygusal şiddet, artan sıklıkta devam eder. İlişki; aşk ve nefret ilişkisine dönüşür. Size en yakın insanın aslında evlendiğiniz kişi olmadığını düşünmeye başlarsınız... Aradığını bulamadığını düşünen her iki taraf da, girdikleri güç çekişmesi ile genetik, psikolojik ve fizyolojik farklılıklarını düşünmeden birbirlerini değiştirmeye çalışırlar... Kontrol, kıskançlık, doğru olma ihtiyacı, küskünlük, suçlama, çekişme, öfke, şiddet... İşte en çok acı çekilen dönem... Bu döneme sıkışıp kalmış çiftlerin, erkek ve kadın beyninin ne kadar farklı düşündüğünü, hatta sevdiğini fark etmeleri uzun bir birlikteliğin anahtarıdır. Bu nedenle ilk evliliklerin genelde 7-8 yıl içinde, yani güç çekişmesinin olduğu dönemde bitmesi sürpriz değil. Erkek; kadının duygusallığını, iletişim ve romantizm ihtiyacını hatta ev işine ayırdığı zamanı bile boşa zaman harcamak gibi görür. Kadın da erkeğin hobilerini, alışkanlıklarını, işe ilgisini ve özgürlük ihtiyacını tehlikeli ve bencil görür. Yani kadını kadın, erkeği erkek yapan özellikleri...
(Burada bazen rollerin değiştiği de oluyor) Bu aşamada ilişki sağlıksız bir çekişmeye dönüştüğü için çiftler birbirlerinden psikolojik olarak koparlar ve fonksiyonunu kaybetmiş ilişki çökmeye başlar...
İLİŞKİ İHTİYAÇTAN DOĞAR Ama çiftlerin birbirlerinden uzaklaşmadan önce fark edemedikleri bir nokta var; erkeğin, kadının haklı olduğunu anlaması... Yeteri kadar birliktelik yoksa ilişki bitmeye mahkumdur. Öte yandan erkek de haklıdır. Yeteri kadar özgürlük yoksa ilişki nefes alamaz. Çiftlerin ilişki süresince birbirlerine karşı hislerinin değişeceğini ve bu değişimin normal olduğunu bilmeleri de önemli. Beyninizin kimyası böyle ve bununla didişmenin bir anlamı yok. Bu farkındalılık; olgun bir ilişkiye, deli gibi aşık olmaktan daha güvenli ve derin sevgiye geçiştir. Kendinizi, hayatınızdaki kişiyi ve farklılıklarınızı nasıl tartışabileceğinizle uğraşmayıp, yeni ilişkilerle aynı duyguyu başkalarında yaşamaya çalışıyorsanız; sevginin diğer evrelerine geçerek farklı ve daha zengin bir tecrübe yaşayamazsınız. İlişkiler sevgiden değil, ihtiyaçtan doğar. Sevgi ise ilişkinin içinde varolur. Olgun bir ilişkide ait olduğunuzu hissedersiniz, olduğunuz gibi olmaktan rahatsızlık duymazsınız. Samimi, sizi tamamlayan, ruhen birlikte geliştiğiniz bir birliktelik, ilişkide mutluluğun reçetesidir... Yoksa en derin ilişkiniz(!) Seray Sever ile öğle yemeğine çıkmaktan öteye gidemez.
Yayın tarihi: 24 Haziran 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/24/gny/demirkan.html
Tüm hakları saklıdır.