Gölgelerin uzamaya başladığı bir sonbahar günü o zaman yazdığım gazetedeki köşemden izin alıp Amerika'ya gitmiştim. Princeton Üniversitesi'nde ders vermeye. Şimdi gölgelerin uzamaya başladığı çıldırtıcı bir bahar günü bu yazıyı yazıp yeni bir köşeye başlıyorum.
Kendimi şanslı saymadığımı nasıl söylerim?
Türkiye müthiş bir siyaset, kültür ve toplumsal oluşum laboratuvarı. Bütün hayatını siyaset bilimine ve kültürel kuramlara adamış, okumak ve yazmaktan başka işi olmayan birisi için sadece Türkiye'de yaşamak bile kazançken ben gördüğümü, düşündüğümü yazmak ve tartışmak olanağını bulacağım.
Gerçekten öyle: Türkiye olağanüstü günlerden geçiyor. Ne zaman geçmedi ki denebilir. Ama bugün her şey biraz daha farklı.
Türkiye 1990'lardan bu yana başlattığı, koşulları itibariyle ağır ve derin bir dönüşümü, bir yenilenme sürecini, geleneğinden gelen birtakım zorlukları da aşmaya çalışarak tamamlama gayreti içinde. Alışılmış düşünce ve davranış kalıplarıyla yeni tepkilerin harmanını yapmaya çalışan Türkiye, oyuna yeni giren aktörler, süreci etkileyen daha önce hiç hesaba katılmamış etkenler, koşulları belirlemeye başlamış yeni dinamiklerle artık neredeyse 170 senelik bir modernleşme projesini, bambaşka bir içerikle somutlaştırmak istiyor. Taşrayla kentin, gelenekselle yeninin, tutucuyla ilericinin hem konumunun hem de anlamının değiştiği, ezber kalıplarının bozulduğu bir Türkiye'de
"şaşırmak" sadece ilkel bir tepki olur. Önemli olan şaşmanın, hayretin dışında kalıp yaşananlara anlam verip, bunca olayın arkasında hangi unsurların yattığını bulmak ve anlamak.
Önümüzdeki müthiş sıcak yazın kısa tanımı bu!
Sadece Türkiye değil bu karmaşayı, dönüşümden kaynaklanan, eskiyle yeninin zıtlaşmasından doğan gerilimleri yaşayan. Mesela Fransa! Dünyaya devrimler, kültürler armağan etmiş, anlamından ve öneminden bugün hiçbir şeyin eksilmediği
"özgürlük-eşitlik-kardeşlik" sloganını üretmiş olan Fransa, dar ve ürkütücü anlamda nasyonalist olan, utanç verici şoven sloganlar üreten, gözünü kırpmadan zenofobi
(yabancı düşmanlığı) yapan birisini kendisine, üstelik onca küçük bir oy farkıyla, devlet başkanı seçebildi. Amerika'daki başkan Ortadoğu'yu şimdilik 700.000 sivil ölüyle kana boyamaktan çekinmedi.
1980'lerde başlayan ve neredeyse 3. sanayi devrimi diyebileceğimiz, bizi modernite sonrasına taşıyan devrimin ürettiği yeni oluşumlar
"tanıdık dünya" nın sonunu getirirken bu yeni dönemin dizginini elinde tutanların üretip insanlara empoze ettiği, doğrulanması için elinden geleni yaptığı
"ideolojiler öldü" yalanının doğurduğu boşlukta dünya etnik ve dinsel kimliklere doğru savruldu. Avrupa'nın her yerinde Türkiye'deki tartışma devam ediyor ve siyaset kendisine bir
"merkez" arıyor. 1945 sonrasının projesi olan sosyal devletin ortadan kalkması her yerde yeni dayanışma kalıpları üretti ve bu nedenle din artık başlı başına bir mesele. Kimse laikliğin sırf bize özgü bir sorun olduğunu sanmasın.
Buna bir de 11 Eylül sonrası dünyayı eklemek gerek. İslam'ın bir
"şer kaynağı" olarak sunulduğu, tanıtıldığı, onun da bu tepki karşısında kendisini büsbütün sertleştirdiği bir dünya bu. Ama öte yanda bir de bizim ülkede kimsenin kulak asamadığı bir Güney Amerika var; doğrusu ve eğrisiyle. Türkiye ise darbeyle demokrasiyi çoğunluk diktası sayanların arasında sıkışıyor.
Gelin görün ki, bu dünya aynı zamanda nanoteknolojilerin, gen terapilerinin, internet erişimlerinin ve daha aklımızın almadığı onca gelişmenin yaşandığı muhteşem bir dünya.
Türkiye bu dünyada kendine bir yer arıyor.
Türkiye müthiş sıcak bir yaza hazırlanıyor! Türkiye kendini sorguluyor.
"Böceklerinden yıldızlarına kadar!"
Yayın tarihi: 12 Mayıs 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/12//haber,88059E3689974528B45018BD331BC6D6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.