Varlar ama yoklar Yoklar ama varlar
Şey; nasıl söylerim bilmiyorum, teşvik gibi de olmasın, asla öyle şey düşünmem, tam tersine uzun, huzurlu, her beladan uzak ömür dilerim ama... Siz de biliyorsunuz ki, toplu halde gündeme gelmeniz, çalışma, hayat, biat koşullarınızın ele alınması, dile gelmesi, dilinize ses, sesinize yer verilmesi pek mümkün olmuyor. Ancak "bireysel felaketleriniz" le, nadiren "bireysel kahramanlıklarınız" la "haber" e gelebilirsiniz. Katil yahut maktul olunca. Kaza yapınca yahut dendiği üzre "kazaya kurban gidince". Aşk, namus, ihanet, bunalım, cinnet, intihar; öyle bir zincire vurulunca, vurunca, vurulup da düşünce. Kapkaça uğrarsanız; muhtemelen yerlerde sürüklenince. Allah kimsenin başına vermesin elbette... Ancak "toplu halleriniz"; iş, insanlık, itaat, güvensizlik, güvencesizlik, angarya koşullarınız, korkularınız bildiğiniz gibi pek gündeme gelmez.
Çünkü, medya, yani "özgür basın"; nice kıdemli, usta, üstat, cesur, yiğit, hızlı, olgun, cin, zehir gibi, mangal yürekli, mangalı külsüz, külü kor gibi... Kim olacak, "Bizler" işte... "Hiyerarşiler" e dokunmaz! Asla. Kanunlar bir yana; medyanın kendi hiyerarşileri gazeteciyi bir tuhaf "terbiye" etti galiba. Çoğu "çalışan" olan gazeteciler, başka "çalışanlar" ın hallerini de pek sorgulayamıyor. Sanki, herhangi bir çalışma koşulu üstüne düşünmesinler diye, her türlü çalışanın hali "yasak elma" haline geldi. "Yoksulluk" tan söz etmiyorum; çalışanların tabi olduğu emir-komuta düzenleridir kastım.
Bir zamanlar, yarım sayfalık "ekonomi, iktisat" bölümleri dahi "çalışan sorunları" na bakmadan pek yarım sayardı kendini. Şimdi "patronların, paranın, piyasanın, borsanın dünyası" sanki "bütün dünya" imiş, dünya bütünüyle bunlardan ibaretmiş gibi kutsanıyor. Misal, yaraya az dokununca daha iyi anladım ki; medyanın büyük ilan ve reklam kaynağı bankalarda acımasız bir "kölelik düzeni" hüküm sürüyor. Bu nasıl sorgulanacak? Görmezden mi gelinecek? Büyük holdinglerin herhangi bir şirketindeki açık haksızlıklar, toplu işten çıkarmalar, kimi hakların kısıtlanması hiç mi mesele olmayacak? Hep ilan, reklam, dostluk, ilişki veya korku duvarına mı çarpacak?
İki yıldır Dipsiz Kuyu'da, ordu hiyerarşisi içinde, günü sayılı erat dışında, yıllarca "mağduriyete, adaletsizliğe, haksızlığa, aşağılamaya, ayrımcılığa uğradığını" düşünen, hisseden ve orta yerde değilse dahi misal bu sütunda dile getiren astsubay, uzman çavuş, uzman erbaş, sivil memurlara, emeklilerine, çoluk çocuklarına; "insan hakları, kişilik hakları, özlük hakları" na dair yazdım. İnanın, yarbaya, hatta (emekli) albaya kadar uzandı gelen mesajlar. On binlerce insandan ve onların şok edici biçimde, beni her gün şaşırtarak akın akın yağıp yansıyan "insan acıları" ndan söz ediyorum. Sitem edeyim: Sabah'ın çifte 9 sütun manşeti "Paşa, nüfuz suistimali yüzünden Albay'ı sürdü" olayından daha mı hafif, daha mı kıymetsizdir bu on binlerce acı ve feryat? Bu insanlar "gerçek" değil mi! Gerçekten çok değil mi; insan değil mi, var değil mi!
Bizimkine benzediği, başlarındakiler ahbabımız, dostumuz, ilanreklam verenimiz filan olduğu, TÜSİAD'ı, cemiyet hayatı, iş ve iç dünyaları pek yakın diye; bankadan holdinge kadar "sivil ekonomik hiyerarşiler" hiç sorgulanmayacak... Zaten tabu, zaten ordu, zaten komutanlar komutan olduğu için "askeri hiyerarşiler" hiç gazetecilik ve insanlık meselesi sayılmayacak... Görmediğiniz, duymadığınız, ses vermediğiniz, yok saydığınız için insanlar yok olmuyor ki. Hepsi var. Anlamayana şunu da söyleyeyim: Yazdık diye var olmuyorlar; zaten varlar, oradalar. Bankalarda, fabrikalarda, şirketlerde, kışlalarda mevcutlar! Bir bakın, bir kulak verin; oradalar. Sindirilmiş, ürkmüş, yılgın, bıkkın, yorgun; ama varlar!
|