Kozmetik dünyasında bir damlayım!
Bu gençleştirme ve güzelleştirme kremlerini takip etmekten başımız dönüyor. Göbek bağımız da öyle ahım şahım bir yere gömülmemiş zaten, içimizden Hakkı Devrim'in yanağını okşamak geliyor.
Efendim, inanmayacaksınız ama benim ciddi bir kozmetik sorunum var. Yüzünüze karşı gülen, fakat arkanızdan sinsi sinsi tipinizle dalga geçen bir topluluğun içinde yaşamak nasıl bir şeydir, bilemezsiniz. İşte ben bunu hayatımın her dakikasında yaşıyorum. Hem güzelleşme ihtiyacı duyuyorum, hem yaş kemale erdiği için, uzatma dakikalarını doğru değerlendirmek istiyorum. Kaldı ki, güzel olmadığımı söyleyenlere karşı, göğüs dekolteli final pozları verip, "Kompleks yaptım şimdi bak, hadi ben Dubai'ye gidiyorum," deme lüksüm de olmadığına göre, kozmetik dünyasını tırmalamaktan başka çarem yok. İdolüm Nilgün Belgün'dür bu konuda. Kanal kanal dolaşıp, "Güzelliğimi bu kreme borçluyum," gibisinden, her tarafına müthiş özgüven fışkırtarak, taze gelin gibi, o kanaldaki o programa gömülmüş bir cilt kremi reklamı halinde yaşamayı beceriyor. Beyaz Show'da bile krem reklamı yaptı, o kadar yani. Nilgün Belgün Hanım'ın, artık hangi çağa ait olduğunu sizin kestirmeniz gereken bir estetik anlayışı dahilindeki 'güzelliğini' 'borçlu' olduğu o krem var ya, hani denize düşen yılana sarılır misali, gidip aldım ben o kremden. Gülmeyin efendim. Bu cinsiyetle ilgili bir şey değil. Güzelleşme, genç kalma ihtiyacı salt kadın cinsi hudutlarına sıkıştırılamayacak kadar geniş bir sosyal olgu.
GÖBEK BAĞIM FIRINA ATILMIŞ Neyse, kremi alıp orama burama sürmeye başladım ama bu sefer Nilgün Hanım başka bir kanala çıkıp, "Artık o kremi kullanmıyorum, zaten uzmanlar da sürekli aynı kremi kullanmayı tavsiye etmiyor, eczanelerde yeni krem arayışlarındayım," demez mi?! Buyrun... E, biz size güvendik, bir sürü 'gencimgüzelim kremi' aldık ama Nilgün Hanım! Yani benim güzelliğim reklam bağlantılarına emanet edilecek kadar ucuz bir konu mu? Neymiş, eczanelerde yeni arayış içindeymiş. Bu aynı türden şeyleri Şenay Düdek'in sabah programlarında da izliyorum. Bir ara Saba Tümer de 'gencimgüzelim bakım ürünleri' deryasında bir damlaydı, hatırlıyorum. Anlayacağınız, şaşkına döndüm. Kaldı ki, ben bilinçli bir tüketiciyim; işi gücü o programları takip etmek olan Ayla Taşlıdere cinsi ev hanımları ne yapsın? O krem senin, bu krem benim, nereye kadar? Aslında çevre duyarlılığı olan bir kimseyim ben. Bu kozmetik dünyasının gerçek dünyaya ettiği ozon yıpratmasının bilincindeyim. Gel gelelim, yeni mamullerle bu iş bir nebze olsun önlenebildi. Bu sefer de karbon salınımı dolayısıyla buzullar eriyor. Özür dilerim sayın okurlar, ama bütün bunlar tamamıyla benim suçum, daha doğrusu ebeveynlerimin suçu. Bizim valide, ben doğduğum sıralar fırıncılık işi makbul bir iş görüldüğünden ve kendisinde pek vizyon olmadığından dolayı, tutmuş bizim göbek bağını fırına atmış. O beni bir fırıncı gibi görmek isterken, dünyanın koskoca bir fırına ve benim de o fırının içinde koca bir somuna dönüşebileceğimizi hiç akıl etmemiş. Hadi, şimdi ayıkla pirincin taşını Sami Tosun!... Eh, Mehmet Ali Erbil artık istediği kadar 'minik Sadi'nin göbek bağını Harvard'ın bahçesine gömdürsün, öyle görünüyor ki, 'minik Sadi' Harvard civarında ancak sandal sefası yapabilecek. Bu göbek bağı muhabbetinin müsebbibi 'Atlas bebek'in göbek bağı ise, her ne kadar doğruluğu tartışılsa da, eğer Anıtkabir'e gömüldüyse, Gülben-Mustafa çiftinin 'rakım avantajı' olduğu söylenebilir. Zaten bu ailenin yüksek rakımlı mevkilere tesadüf eseri gelmediği belliydi. Size bir sır vereyim mi? Şahsen Hakkı Devrim'in göbek bağının nerelere gömüldüğünü çok merak ediyorum. Hayır, o zamanlar daha televizyon da icat edilmemişti... Neyse efendim. Yazıma son verirken, Mehmet Barlas'ın Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanağını okşadığında neler hissettiğini, halen merak etmekte olduğumu belirteyim. Ben bu kadarına cesaret edemezdim. Bir de, kafama takıldı, Tayyip Bey krem kullanıyor mudur acaba?
SAMİ TOSUN
|