| |
Gerçekten "onlar" mı bizi AB'de görmek istemiyor?
Herhalde sizler de " Bunlar bizi AB' ye almazlar " cümlesinin seslendirildiğini defalarca duymuşsunuzdur. Aslında " Ortadoğululuk "un çok doğal yansımasıdır bu cümle. Bunun özünde kendi hatalarını görmek yerine, bu hataların dış güçler tarafından yaptırıldığına inanmaya dönük çocukça bir zaaf vardır. Örneğin topraklarından petrol fışkırmasına rağmen halkı yoksul olan ve petrol paralarıyla militarist ve despotik rejimleri fonlayan ülkelerin insanları da, bu durumun " Emperyalist ve Siyonist komplolar "ın sonucunda oluştuğuna inanır. " Bunlar bizi AB'ye almaz " cümlesinin yanında, " İçeride bizim AB' ye girmemizi kimler istemiyor " cümlesini nedense pek az duyarsınız. Çünkü kamuoyu dış düşmanların komplolarına yönlendirilmiştir ve " İç dinamikler "in AB'ye karşı olan öğeleri, bu zihin tembelliğine sığınarak " Ulusalcılık " kartını oynamaktadırlar. Aslında " Değişim "e karşı statükonun direnmesidir bu. Üstelik Ortadoğu'da evrensel kavramlar da bu tabloya uyarlı olmaları için değiştirilmiştir. Örneğin " Devrim " değişim demektir. " Karşı-devrimci " değişime karşı eylem koyan kişidir. Ortadoğu mantığında ise, " Dondurulmuş statüko "ya devrim denir ve bunu değiştirmek isteyenler de " Karşıdevrimci " olarak görülür. Herhalde Sovyet sisteminden kopya edilmiş bir zihinsel çarpıklığın yansımasıdır bu.
SOKAKTAKİ KİTLELER Ortadoğulu olmanın siyasete yansımasının belirli pratiklerinden biri de, " Dış komplolar "a inandırılmış kitlelerin sokağa dökülmesi veya " Ulusal öfke "nin çeşitli kitlesel davranışlarla dünyaya duyurulmasıdır. Örneğin Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgalinin sonunda bu ülkenin başına sayısız bela açacağı biline biline, halk kitleleri Bağdat meydanlarında " En büyük Saddam, başka büyük yok " sloganları atmışlardır. Sonra da aynı kitleler Amerikan işgali başlayınca Saddam'ın Bağdat meydanlarındaki heykellerini devirmişlerdir. Şimdi de bu kitleler Amerikan işgalinin nasıl sona erdirileceğini düşünmek yerine birbirlerini boğazlamaktadırlar. Bizde de Kıbrıs bir " Ulusal dava " olmaya başlayınca halk kitleleri meydanlara önce " Ya Kıbrıs ya ölüm ", arkasından " Ya taksim ya ölüm " sloganlarıyla meydana dökülmüşlerdir. Bu arada kitlelere 1955'te " 6-7 Eylül pogromu " yaptırılmış ve Türkler Türk kentlerini yakıp yıkmışlardır. Sonuçta ise, Kıbrıs'ın kaderi meydanlarda değil Zürih ve Londra Konferansları'nda belirlenmiştir. Bu konferansta Türkiye'yi temsil eden Menderes ve Zorlu da, 27 Mayıs darbesi sonunda idam edilmişlerdir. 1974'te bu kaderi değiştirmek üzere yapılan askeri harekatı uluslararası kalıcı bir çözüme dayamak yerine, yine bunu popülist siyasi bir manevraya kurban edip, " Sorun "u içeriye aldığımız için, sayısız iç ve dış bunalım yaşadık. Kıbrıs fatihleri Ecevit ve Erbakan da, 12 Eylül darbesi ile " Yasaklı " oldular. Bu sürecin sonunda ise bugün Kıbrıslı Rumlar AB üyesidir ve Türkiye'nin AB üyeliği yolundaki en somut engel Kıbrıs Rumları'nın Türk liman ve havaalanlarını kullanmalarının engellenmesidir.
AĞAR-BÜYÜKANIT Bir diğer Ortadoğulu alışkanlık da, askerlerin siyasetteki ağırlığı değil midir? Çünkü Avrupalılık da " İktidar "ı seçim belirler. Siyaset düşünce ile yapılır. Eğer iktidarın belirlenmesinde ve devletin yönetiminde Silahlı Kuvvetler, " Oylu kuvvetler " karşısında bir siyasi pozisyon alırsa, bu ülkenin anayasal demokrasisinde " Kuvvetler Ayrılığı " kavramının içeriği karmakarışık olmuştur. Bu açıdan kuvvet komutanlarının doğrudan ve dolaylı eleştirilerinden iktidardaki AK Parti zaten payını almışken, Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın hedefe muhalefetteki DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ı da dahil etmesi, " Sivil siyaset "in toptan kapsama girdiğini göstermiyor mu? Hem sivil toplum örgütlerine (mesela TESEV), hem siyasi partilere öfkeli bir komuta kademesi, hangi AB ölçütünde kabul edilebilir? Bu durumda " İçeride bizim AB' ye girmemizi kimler istemiyor " sorusunun cevabı da bir anlamda açıklığa kavuşmaz mı? Çünkü AB yolundaki bir büyük engel de askerin sivil siyasetin içine karışmış olmasıdır. " Avrupalı olacağız " derken iyice Ortadoğulu olmak yolunda ilerlemekten kaçınmalıyız. Çünkü toplumsal belleğimizde yeterli miktarda Ortadoğululuk zaten var.
|