| |
Yağmurlu bir gündü...
Dün Ankara'ya indiğimde yağmur yağıyordu. Hava karanlık ve suratsızdı. Yatılı okul günlerimden kalma bir takıntıyla pazarları zaten sevmem. Bir de o puslu hava üstüme basınca sıkıntım iyice katmerlendi.
Bu yazıyı yazmak için Esenboğa Havaalanı'nda bir camın önüne oturdum. Gözüm, az ötede oynaşan, uzun kuyruklu, narin bir çift kuşa takıldı. Renkli menekşeler arasında yağmura aldırmadan salınıyorlardı. Birazdan Abdullah Gül'le birlikte Lüksemburg'a uçacağız. Kuşların arasında oynadığı o menekşelerin, AB ile müzakerenin başladığı gün, biz gene Lüksemburg'a hareket ederken dikildiğini anımsadım. Bakımsız ve şişmanca iki köylü kadın gün içinde menekşeleri dikmişti. Baktım, kısa sürede seyrekleşip boyunlarını bükmüşler.
Haziranda AB ile müzakerelerin başlangıcına tanıklık etmek için gidip gelmiştik. Şimdi, bir yıllık tarama sürecinin bitiminde yapılan Türkiye-AB Troyka toplantısı için Lüksemburg'a gidiyoruz. AB Troykası denilen grup, şimdiki ve bir sonraki dönem başkanı ülkelerin dışişleri bakanlarıyla, hangi ülkenin sorunu görüşülüyorsa o ülkenin dışişleri bakanından oluşmakta. Eskiden, bir önceki dönem başkanı ülkenin dışişleri bakanı da bulunurdu. Sonra bu adet ortadan kalktı. Siz bu yazıyı okurken yapılacak toplantıya AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn ile Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana da katılacak. 8 Kasım'da yayınlanacak olan İlerleme Raporu öncesi kapsamlı bir görüş alışverişi yapılacak. Şimdiki dönem başkanı Finlandiya'nın müzakere sürecini rahatlatmayı amaçlayan Kıbrıs'la ilgili çözüm önerileri de ele alınacak. Biz, söz verdiklerinin henüz tamamını yerine getirmeyen AB'den KKTC ile doğrudan ticareti bir an önce hayata geçirmesini istiyoruz. Onlar da, Rum mallarına deniz ve hava limanlarını açmamızı talep ediyor.
Aslında AB ile müzakere sürecini başlattık ama geniş yığınlar AB ile ilgili " kavramlara " hala epeyce uzak. Batı'daki herhangi bir siyasetçinin herhangi bir sözü ya da üye ülkelerden herhangi birinin herhangi bir tasarrufu AB politikalarıyla özdeşleşiyor zihnimizde. Bu tür " tek " çıkışlar ile AB'nin ortak ve resmi politikasını birbirinden ayırmayı henüz bilmiyoruz. AB'nin üye ülkeler dışında bağımsız bir örgütlenme olduğu, bir anlamda kendi yasama, yürütme ve yargısı bulunduğu neredeyse sürekli olarak gözden kaçıyor. Bilinçli biri, AB deyince daha ziyade AB Komisyonu'na kulak verirken, genel eğilim orada yükselen her sesi AB saymak üzerine. Fransa'nın son girişiminde olduğu gibi AB'nin temel varoluş varsayımlarıyla çelişen girişimlere karşı AB'nin yargısına başvurabileceğimiz gerçeğinin bile tam farkında değiliz sanki... Öfkelenmek, bazen bizim gerçekleri görmemizi engelleyebiliyor.
AB'nin, tüm üye ülkeleri bilgi çağına taşımaya ve tümünü dönüştürmeye çalışan yeni bir zihniyetin örgütü olduğunu da çoğunlukla görmezden geliyoruz. AB Komisyonu, AB'nin hükümetini oluşturmakta... AB Komisyonu'nu izlemediğimiz için üye ülkelerle AB arasındaki değişim kavgalarından da haberdar olmuyoruz. Örneğin, sorumsuz siyasal beyanlara ve girişimlere en sert tepki AB Komisyonu'ndan geliyor. Fransa'nın Ermeni soykırımı konusundaki girişimi de böyle bir eleştiriyle karşılaşmadı mı? Sadece o mu? Cumartesi günkü Sabah'ta, AB Komisyonu'nun yabancılara şirket satışını yasaklayan Fransa'yı nasıl uyardığı, uyarılara uymaması halinde Fransa'yı mahkemeye vereceği uzun uzun anlatılıyordu.
" İnsan odaklı " yeni bir yaşam hiç kimse için kolay değil. Sabit bir merkezi olmayan yeni bir değişim çağı bu. AB bunun temsilcilerinden biri... Tüm üyeleriyle de değişim kavgası içinde. Bu değişimin önünde hiç kimse duramaz. Değişen, bizzat hayatın kendisi çünkü.
Biraz sonra hareket edeceğiz. Uzun ve narin kuyruklu, siyah beyaz kuşlar hala oynaşıyor. Hava yağmurlu. Suratsız ve karanlık. Yatılılıktan kalma bir duyguyla, pazarları oldum olası sevmem. Neyse ki siz bu yazıyı okurken pazartesi olmuş ve geceleyin biz dönüş yoluna koyulmuş olacağız.
|