Yıl 1964'tü, ona Nobel verdiler
Yazar, aynı zamanda düşünürdü. Tabii her yazar düşünür de, o kuvvetli bir felsefi eğitimden, sorgulamadan, bin bir türlü eleştiri fırtınasından da geçmiş bir "düşünür" dü. Asla tarafsız olmadı. Ama bağımsız ve özgür olmaya çalıştı. Fikirlerinin ayrıntıları değişti; muhtemelen özü pek değişmedi.
Deniz subayı babasını daha 11 aylıkken kaybetmişti. Kendisi de dünya savaşında askere alındı. Esir düştü. Esir kampından kaçtı. Direnişin bir parçası oldu. Ülkesi işgalden kurtulup tekrar bağımsız olana kadar. Sonrasında adeta kendi devletiyle savaştı. Diyecekti ki, "Esaret denen derin düşkünlükle savaşta tanıştım. İnsanlarla ilişkiyi, gerçek düşmanı, sizinle aynı toplum içinde yaşayan ya da size sözlü olarak saldıran hasmı değil, silahlı adamlara yaptığı basit işaretle sizi yok eden düşmanı tanıdım. Demokratik toplumu da orada tanıdım. Ezilmiş, yok edilmiş olduğu ve sonra yeniden doğacağı umuduyla, değerini korumak için mücadele ettiğimiz ölçüde. Savaş öncesinin bireyciliğinden toplumculuğa geçtim."
Devleti, başka bir toprakta bir halkı eziyordu. Sömürgesindeki bağımsızlık girişimlerini şiddetle bastırıyordu. O sırada milliyetçilik ve kiminin tanımladığı biçimiyle vatanseverlik, kayıtsız şartsız devletin yanında olmaktı. Olmayan, bilirsiniz, haindi. O bu mücadeleyi de göze aldı. "121'lerin manifestosu" nu kaleme alıp imzalayan aydın, sanatçı, yazarlardandı. "Manifesto", "Cezayir Savaşı'nda boyun eğmeme hakkına dair beyanname". Yani, devleti Cezayir'de savaşırken, diyorlardı ki: "Çok sayıda Fransız bu savaşa katılmak istemediği yahut Cezayirlileri desteklediği için mahkum oluyor, hırpalanıyor. Cezayirlilerinki bir bağımsızlık savaşıdır. Ya bizim için nedir bu savaş? Bu savaş, devletin Fransız saymak istediği ama kendileri bunu reddeden insanlara karşı yürütülüyor." Bu tavrını hep sürdürdü. Yakın sayıldığı Sovyetler Macaristan'ı işgal ettiğinde onlara da. Angajeydi ama kimsenin tahakkümünü istemiyordu. Ülkesinin büyük adamı, hep mücadele içinde olduğu General de Gaulle, onun için, "Onu tutuklayamazsınız, o Fransa'dır!" demişti. 1964'te ona, ona rağmen, "Nobel Edebiyat Ödülü" nü verdiler. Dedi ki, "Resmi payeleri hep reddettim. Legion d'Honneur'ü de kabul etmemiştim. Fransız Akademisi'ne de girmedim. Yazar, kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye olsa dahi. Bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Ebette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim halde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem."
Jean-Paul Sartre, bu mektubu yollayarak Nobel Edebiyat Ödülü'nü almayı reddetti. Ama çok saygın birçok başka isim de bunu düşünmemişti bile. Not: Dargeçit Kaymakamı Tahsin Aksu ile konuştuk. "Her yanımız dar geçittir!" başlıklı yazı için, "Benzer hassasiyetleri paylaşıyoruz" deyip şunları söyledi: "Cadde, sokak isimlerini toptan reddim söz konusu olamaz. Kaldı ki yetkim yok. Ancak İdare Mahkemesi'ne gidebilirim. Belediye Meclisi isimler belirlemiş, numaralandırmamıştı. Listeyi iade ettim. Bazı isimler için de TDK İmla Kılavuzu'na bakılmasını, uygun isimler olmasını söyledim, çünkü kimi isim yanlıştı. Yoksa Türkiye'nin yetiştirdiği değerli kalemlere, Orhan Pamuk'a, Yaşar Kemal'e bir itirazımız olmaz. Gaffar Okkan'a olabilir mi? Liste yeniden geldi. Düzeltme de var, değişiklik de. Mesela Ahmet Taner Kışlalı'yı çıkarmışlar. İnceliyorum. İtirazım olursa mahkemeye giderim. Gerekçesiyle dile getiririm. Aslında okuma yazması da zayıf olan Belediye Başkanı, sigortasız işçi çalıştırmak, Hazine arazisine bina dikmek gibi usulsüzlükleriyle uğraştığım için rahatsız."
|