|
|
Ameliyat masasından kalan izlenimler
İki kolum yana açık, haçı yerde Hazret-i İsa gibi yatıyorum. Başucumda beyaz giysili insanlar dolaşıp duruyor: Doktorlar, hemşireler... Burnumun üzerinde plastik bir kap var: Sanırım narkoz verildi. Ama dakikalar geçiyor, uyumuyorum. Ödüm kopuyor: Ben kendimden geçmeden kesip biçmeye başlayacaklar diye... Plastik maskenin ardından "Hey, ben uyuşmadım!" diye bağırıyorum. Biri duyuyor, "Merak etmeyin, daha anestezi başlamadı," diyor. Anestezi sonra bir başlıyor, pir başlıyor. Anında kendimden geçiyorum. Ameliyatım öyle önemli bir şey değil gerçi: Sağ diz minüsküsüm alınacak. Ama ameliyat ameliyattır. Üstelik sağlığım (nazar değmesin) iyidir, doktor önüne yatmışlığım pek yoktur. Bu nedenlerle, tüm olay benim için bir büyük deneyim oluyor. Eşimin ameliyatı için bir haftam, benimki için de iki günüm üst üste hastanede geçiyor: Nişantaşı'ndaki Amerikan Hastanesi'nde... Ve doğrusu hayran kalıyorum: Burası dev bir merkez, kusursuza yakın biçimde dönen bir büyük çark, sayısız insanın katkıda bulunduğu bir görkemli mekanizma... Herkes görevini çok iyi yapıyor: Kapıdan itibaren her aşamada karşılaştığınız, yalnızca güler yüz, sahici gözüken bir ilgi, işini bilen elemanlar ve mesleğinin ehli uzmanlar... Acaba medya mensubu olduğum için bu muamele sadece bana mı diye merak ediyorum. Ama gözlemliyorum: Öyle değil. Herkes aynı davranışlardan nasibini alıyor. Burada yatarken, kimi filmlerde gördüğümüz Amerikan tarzı hastaneler canlanıyor: Bir film olarak değil, bir gerçek yaşam dilimi olarak... Biliyorum, hastalık ve hastaneler sevimli bir konu değil. Ama hastalık da sağlığın kaçınılmaz alternatifi değil mi, herkesi, hepimizi bekleyen bir tecrübe değil mi? Üstelik Amerikan Hastanesi, zaten reklama ihtiyacı olmayan bir kurum, 'beyaz Türkler'in İstanbul'daki en gözde mekânı... Onun için, merak duyuyorum, ilgilerle konuşup bilgi topluyorum. Ve işte ortaya çıkan ilginç tablo...
BİR SAĞLIK MERKEZİNİN İÇYÜZÜ Amerikan Hastanesi'nde yılda yaklaşık 120 bin hastaya bakılıyor. Burası oldukça eski bir kurum: 1920 yılında Amiral Bristol'un girişimiyle kurulmuş. İlk açıldığı yer, Kapalıçarşı civarındaki eski bir yapı. Bir-iki yer dolaştıktan sonra 1934'de Nişantaşı'na gelmiş. 2000 yılında bir büyük tadilat geçirmiş. Şimdi yeni yapılan bölümler 2007'de açıldığında, hasta kapasitesi yüzde 50 kadar artacak. Poliklinikler de aynı ölçüde büyüyecek. Uzun yıllar bir Amerikan kuruluşu olan hastane, 1995'te Vehbi Koç Vakfı'na devredilmiş. Ve hemen tartışılmaya başlanmış: hastane bulunduğu yerde mi kalsın, yoksa kaçınılmaz genişleme zorunluluğu nedeniyle uzak bir yerlere mi taşınsın? Ama hastanenin uluslararası deyimiyle bir 'şehir hastanesi' olarak kalmasını istedikleri için, Nişantaş'ında kalmayı seçmişler. Burası pahalı bir hastane: En küçük ameliyatlar 3-4 milyardan başlıyor. Her aşamada önce ödeme yapılıyor: Deyim yerindeyse parayı almadan, hizmet koklatmıyorlar. Ama zaten böyle olması gerekmiyor mu? Böylesine büyük bir çarkın kusursuz biçimde dönmesi için ortada büyük bir paranın dönmesi gerekmiyor mu? Bu açıdan, yıllık 120 bin hastanın çoğunun sigortalı olduğu düşünülebilir. Ben öyle düşünüyordum. Ama değilmiş. Stratejik İletişim Sorumlusu Filiz Başaran bana özel sigortalı oranının sadece yüzde 46 olduğunu söyledi. Demek ki bu hastaneye gelebilen geniş bir kesim var. Ve de gerçek zenginlerimiz, sağlık sigortasına ihtiyaç duymuyor. O, sizin-benim gibi bütçesi kısıtlı olanlar için... Hastane ilke olarak devletten sigortalıları kabul etmiyor, onu da duyuralım. SSK'den ancak özel bir ameliyatın veya tedavinin burada yapılması gerektiğine dair rapor alanlar gelebiliyor. Amerikan Hastanesi'nin ayrıca Joined Commission International adlı Amerikan kuruluşundan uluslararası kalite belgesi alabilen iki hastanemizden biri (diğeri Memorial) ve ülkemizde bir Hasta Hakları Ofisi kuran ilk hastane olduğunu da ekleyelim.
|