| |
Bürokrasi ve rüşvet
Üniversitelerin yeni akademik yıl törenlerindeki sert uyarılar arasında bir çığlık boğuntuya gitti. O çığlığın sahibi Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Genel Müdürü Prof. Dr. Turgay Ergun'du. 1952'den bu yana devlete eleman yetiştiren TODAİE'nin başındaki değerli bilim adamı Ergun, Türk bürokrasisinin günümüzdeki durumunu bakın nasıl anlattı: *"Personel sisteminde özellikle üst düzeylerde yeterlik (liyakat) ilkesi yok oldu . *Yeterlik ilkesinin çökmesi, yönetimin siyasallaşması biçiminde kendini gösterdi. *Siyasallaşma sonucu kamu yönetimi yeterli ve yetenekli olmayan yöneticiler elinde işlevini yitirme tehlikesiyle karşılaştı. *Yönetimde etik sorunu nun temelinde de bu gerçek yatıyor. *Bu sorun, toplumun kamu yönetimine karşı güvenini sarsacak bir potansiyel taşıyor." Bürokrasiyi en iyi bilecek konumda olan Ergun özetle, "Gelip-geçen iktidarların kadroları hallaç pamuğu gibi atmaları ve yandaşlarıyla doldurmaları sonucu, hem devlet yönetiminin çapsız ve bilgisiz insanların eline kaldığını, hem de rüşvetin yaygınlaştığını" söylüyor. Bir başka deyişle, cumhuriyetin ilk yıllarında "Liyakat" ve "Siyasal tarafsızlık" ilkeleri üstüne kurulan personel rejiminin tarihe karıştığını ilan ediyor. Doğrusu ne şaşırdık, ne yadırgadık, ne de abartılı bulduk. Çünkü benzer saptamalar devletin resmi belgelerinde de yer alıyor. İşte Cumhurbaşkanı Sezer'den dönen ve şimdi Meclis'te bekleyen Kamu Yönetimi Reformu ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu'nun gerekçesinde çekilen bürokrasi fotoğrafı: "Stratejik bakış açısından ve uzun vadeli planlamadan yoksun bir çerçevede aşırı büyüyen ve merkezileşen kamu idaresi, gelirlerini aşan harcamalara yöneltmekte ve kaynakları verimli kullanmayarak bütçe açığı oluşturmakta, halkın beklentilerini karşılamayarak performans açığı vermekte, bu verimsiz yönetim süreci çeşitli yozlaşma ve yolsuzluk olayları yla birleştiğinde ise halkın yönetime güvenini eritmektedir."
Devlet-millet denklemi Bir kitap kalınlığındaki gerekçede, kamu yönetiminin geleceğe değil geçmişe yönelimli olduğu, belirli bir amacı olmadan sadece sorun çözmeye (yani günü kurtarmaya) dayalı bir sistemle çalıştığı, çözmeye uğraştığı sorunlara teşhis koyma ihtiyacı bile duymadığı da yana yakıla anlatılıyor. Peki ya çözüm? Çağın gerçeklerini görmek ve gereğini yapmaktan başka çare yok. O gerçeklerin başında "Milletin devlet için varolduğu yaklaşımından devletin millet için olduğu anlayışına geçmek" geliyor. İkinci maddede de, sanayi toplumu ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış bürokrasiyi "Küreselleşme" ve "Bilgi Toplumu" koşullarına göre tepeden tırnağa yenilemek yer alıyor. Ancak o şekilde, yine yasa gerekçesinde anlatılan, "Toplumun taleplerine duyarlı, katılımcılığı önemseyen, hedef ve önceliklerini netleştirmiş, hesap soran değil hesap veren, şeffaf, daha küçük ama daha etkin bir kamu yönetimi"ne geçebiliriz. Bunu başaramadığımız sürece de, hantal, siyasallaşmış, etik değerleri kangren olmuş bürokrasinin ağır bedelini hem birey, hem de toplum olarak ödemeye devam ederiz. Alın size o bedelin taptaze bir örneği: Uluslararası Saydamlık Örgütü dün 2006'nın rüşvet sıralamasını açıkladı. Dünya ticaretinin 30 büyüğünü kapsayan listede Türkiye en çok rüşvet alan ve rüşvet veren dördüncü ülke ilan edildi. Altımızda sadece Rusya, Çin ve Hindistan var. Üçü de rüşvetçi, çürümüş bürokrasileriyle ünlü. Bu utancı daha ne kadar taşıyacağız? Ya da taşıyabileceğiz?
|