9 yiğit kıza selam
Bu erkek dalaşlarında onlara yer yok. Tırnaklarıyla açacaklar. Asla kendi cinslerine yakıştırılmamış sıfatları; yiğitliği, mertliği, cesareti, isyanı sonuna kadar yüzlere çarpacaklar. "Kader" zannedilen, öyle boynu bükük ve eğik kabul edilenler, bazen "Artık yeter!" diye bir ses bekler. Linççiler, yarasalar, akbabalar ürker ve şiddetle boğmak ister. O ilk çığlık en büyük şefkati, sakınmayı, bir bebek gibi sabırla büyütülmeyi ister. Elden ele çoğalmaya, dilden dile gürlemeye emanettir.
Birbirlerini nasıl tepeleriz diye, sözde çok ulvi şeylere inanır gözükürken binbir değeri ayaklar altında ezip duran hakim erkek ordularının tozu dumanı arasında, 9 yiğit kız çıktı meydana. Dün Birgün gazetesi de "9 cesur kadın" diye selamlamış, yöredeki 10 kadın belediye başkanının bir genç kız mezarının başında onlara destek verdiğini duyurmuştu. Bu yiğit kızlar, ne Batman'da yaşadıklarına, ne geleneklerin tahakkümüne, ne koca, baba, ağabey gibi vesair erkek hükümdarların ne diyeceğine bakmadan, sıcağı sıcağına "Artık yeter!" diyebildiler. 18 yaşındaki Saliha, 60 yaşında ve iki eşi daha olduğu söylenen bir adamla nikaha zorlanmıştı ya; Saliha isyanını, çığlığını kimseyle buluşturamayacağını, direnişinin anında boğulacağını, daha kısacık ömründe kedere boğan bu hayatta ona hayat hakkı tanınmayacağını düşünmüştü ya; Düşünmüştü ve bedenini, ruhunu, kaderini, hatta kederini hiç istemediği bir dayatmanın kurbanı, hiç istemediği bir bedenin kuması yapmak yerine, ölmeyi seçti ya; O kim bilir ne sevmelere layık elini bir elektrik kablosuna düğüme adadı ya; Dik tutamıyorsa hepten eğmemek için o narin boynunu, o kabloyla doladı ya; Kendi idamına kalemini kırdı ya; İşte "9 yiğit kız" veya "9 cesur kadın", anında isyan ediverdi. 9 ayda 15 genç kızın daha intihara sürüklendiği Batman'da yola çıkıverdiler, tanksız, tüfeksiz, kinsiz, nefretsiz ama öfkeli mi öfkeli, yiğit mi yiğit bir "isyan sesi" verdiler. "İntihara son" diye açtılar pankartlarını; sıkı mıydı öyle, kız halinle, kadın halinle. Bunu yaptılar işte!
Keşke birkaç gündür en çok bu olayı ve şu yiğitliği konuşuyor olabilseydik. Keşke, başı açık yahut kapalı, kendi kızları da olan Cumhurbaşkanı, Başbakan, ne bileyim komutanlar, bakanlar, bakmayanlar, hepsi bu sürgit tahakküm, dayatma, baskı dolu acı ile şu cesur isyanın bir anında, bir yerinde bir kelime olabilseydi. Keşke, her türlü "esaret"e karşı; kalpten, içten pazarlıksız, ayrımsız, hakiki "cesaret"in kıymetini anlayabilseydik. Vicdanımız azıcık silkelense, silkinse idi keşke. Mertliğin, yiğitliğin, cesaretin "erkek" değil, "insanlığa dair" olduğunu; öyle kaba kuvvet, bayağı şiddet, küstah kudret ve onlara tapınanlarla esastan bir ilgisinin bulunmadığını idrak edebilseydik keşke.
Bir acı, derin bir haksızlık, adaletsizlik üstüne düşünmek, insana kendi ruhunda yol açar. Saplantıların ile saplandığın çamuru, o biteviye cılk sığlığı aşmak için bir yoldur. Herhangi bir nedenle, vicdanında merhamet, adalet ve hakkaniyet duyguları canlanmışsa, kendi fesadına da, "şu dünya"nın bin türlü melanetine de, sinmişliğe, sindirilmişliğe, her şeyi sindirmeye tahammülün kalmaz. "Artık yeter!" dersin mesela. Yürümeye başlarsın. Hiç yürümeden hiç yol alınmaz.
|