| |
|
|
Biz bize benzeye benzeye kendimizi iyice benzettik
Hani "Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" diye bir deyiş var ya... Bunun Antep ağzındaki eşanlamlısı da "Adamın Ömer diyeceği ağzını büzmesinden belliydi" şeklindedir. Biz toplum olarak kim bilir kaç yüzyıldır, hem perşembelerin ne zaman geleceğini hem de kimlerin Ömer diyeceğini sosyopolitik yaşamımızda hep bildik. Bu durum kabak tadı vermiş olsa da, hiç bıkmadan aynı yoldan yürüdük, durduk. Artık kimin ne zaman krizin fitilini ateşleyeceğini de, kimin kiminle ne zaman kavga edeceğini de, sorunlara çözüm üretmek yerine bunları nasıl büyüteceğimizi de biliyoruz. Örneğin biliyoruz ki, ülkede siyasetin yönünü sadece genel seçim sonucu iktidarların değişmesi belirlemiyor. Silahlı Kuvvetler'in komuta kademesindeki değişiklik de, siyaseti etkiliyor. Kimse "Olur mu böyle şey" demiyor. Çünkü herkes biliyor ki, hem biz bize benzeriz, hem de askerin siyasetteki ağırlığı Batı'nın gelişmiş demokratik ülkelerindekinden farklı konumdadır. Bunu tabii ki, üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği kabullenmek istemiyor. "Artık siz size değil, hepimiz birbirimize benzemek durumundayız" diyorlar. Çünkü sadece kendilerine benzemeye çalışan ülkeler yüzünden 20'nci yüzyılda iki dünya savaşının patlama noktası olmuş Avrupa kıtası. Bundan önce de din ve mezhep savaşları ile Avrupalılar birbirini kırmış. İşte bu yaşananları değerlendiren ve kıtadaki her anlaşmazlığın zıt iki kutbunu oluşturan Fransa ile Almanya bile, AB içinde birbirlerine benzemeye karar vermişler.
DEĞİŞEMİYORUZ Bütün bunları bilsek de faydası yok. Çünkü biz değişmemek konusunda ilkeli bir toplumuz. Kopenhag Kriterleri'ni kabul etsek de, Batılı olmayı ve çağdaş uygarlığın normlarını resmi ideoloji biçiminde benimsesek de, demokrasiyi cumhuriyetin tehdidi biçiminde algılamaktan vazgeçmeye niyetimiz pek yok. Bu yüzden her cumhurbaşkanlığı seçimi rejimin ateşle imtihanı, her genel seçim tarihi bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Bu gerçeklerin ışığında kuvvet komutanlarının ve genelkurmay başkanlarının konuşmaları, birer siyasi parti liderinin deklarasyonuymuş gibi yorumlanıyor. Bu nedenle, siyasetçiler generallere cevap vermeyi, generaller de siyasetçilere yön göstermeyi mesleklerinin bir gereğiymiş gibi kabul ediyor. Bu sebeple din ve laiklik arasında artık var olması gereken birliktelik, hala askıda duruyor, sakız haline getirilmiş bir kavgaya konu ediliyor. Bu arada toplumun belirli kesimleri de, geri kalmışlığın ve çözümsüz sorunların sorumlusu olarak "İç ve dış düşmanları" gösteriyor. Neyse... Yine Antep ağzından bir deyişle bu konuyu noktalayalım: -Davacının aptalı derdini mübaşire anlatır!
|