Sosyal faşizm ve Türkiye gerçeği
Üniversite yıllarımızda sol fraksiyonlar mantar gibi birbiri ardına çoğalıyordu. Her bir fraksiyon, sosyalizmin egemen olduğu bir ülkeden güç alırdı. Arnavutluk, Çin, Sovyetler Birliği, Küba gibi... Her bir fraksiyonun devrim, devrime giden yol, ulusal mesele ve ulusların kaderlerini tayin hakkı gibi konularda destek aldıkları ülkenin pozisyonuna göre değişen duruşları vardı. Devrimci ve sosyalist bir tavır alan kimi sol hareketlerde ulusal damar ağır basardı. Bu gruplar "sosyal faşist" olarak adlandırılırdı. Türkiye 12 Eylül'den bu yana çok farklı bir yol aldı. Darbe, Türkiye'nin devrimci bir kuşağını resmen budadı. Bunun sonuçlarını bugünkü siyasetin kalite düzeyinde açıkça görüyoruz. Gençlik yıllarını siyasi mücadele içinde geçirmiş insanlar ya imha edildiği ya da tasfiye edildiği için, bu kuşaklara solun veya sosyalizmin damgasını vuracak çapta insan malzemesi aktarılamadı. Darbe yıllarını en az hasarla atlatan sosyal faşistler, yeniden su yüzüne çıkmaya başladı. Üstelik sosyal demokrat maske altında. Bugün üzülerek görüyoruz ki, Türk Ceza Yasası'nı savunanların başında CHP kadroları altında toplanmış insanlar geliyor. Cehaletleriyle insanın yüzünü kızartan bu kadro, Türkiye koşullarında kendisini sosyal demokrat diye pazarlayabiliyor. Recep Peker'in üçüncü sınıf versiyonu olan bu insanlar Türkiye'yi bilerek veya bilmeyerek gerçek bir kırılma noktasına doğru sürüklüyor. Üstelik demokrasinin temel koşulu olan ifade özgürlüğünü kısıtlama pahasına... Örnek mi, işte 301'inci madde. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Radikal yazarı Turgut Tarhanlı dün köşesinde "Türklük nasıl korunur?" diye konuya hukuki gerçekçilik açısından yaklaştı. Tarhanlı ile dün telefonda da görüştüm. Tarhanlı, yazısında altını çizdiği bir gerçekliği tekrar hatırlattı. 301'inci madde ilk paragrafında "Türklüğü, Cumhuriyeti veya TBMM'yi alenen aşağılayan altı aydan üç yıla kadar cezalandırılır" diyor. Tarhanlı maddenin gerekçesine atıfla, bu Türklük kavramıyla "dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlığın" kastedildiğini anlatıp, bu maddenin Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına taşan bir anlamı olduğuna işaret ediyor önce. Ardından dün yaptığımız telefon görüşmesinde, bu maddenin amaçladığı kamu düzenini koruma kaygısının Türk Ceza Yasası'nın 216'ncı maddesiyle sağlandığını anlatıyor. Bu maddenin ifade özgürlüğünün sınırlanmasıyla ilgili kamu düzenini tehdit eden bir zararın söz konusu olma koşulu aradığını hatırlatan Tarhanlı, "Bu madde aslında trafik işaretleri ve lambaları olan bir yol gibi. 301'inci madde ise kuralsız bir trafik düzeni gibi" benzetmesi yapıyor. Çünkü 301'inci madde demokratik bir sistemin olmazsa olmaz koşulu olan, ifade özgürlüğünün kısıtlanabilme koşullarını sınırlamıyor. Tarhanlı Hoca'nın deyimiyle Türkiye'nin hassasiyetleri nedeniyle ifade özgürlüğüne bazı kriterler dahilinde sınırlama getirilebilir. Ama bu kriterler 301'inci maddede yok. Bu da ifade özgürlüğünün keyfi olarak kısıtlanmasına, hatta bir roman kahramanının sözlerinin tehdit olarak algılanmasına yol açabiliyor. Ancak Türkiye'de kendine sıkılmadan sosyal demokrat etiketi yapıştırabilen kimi insanlar bu kıstası değerlendirmekten uzak duruyor. Sonuçta da karşımıza Türkiye'nin 200 yılı aşkın bir süredir yürüttüğü reform çabalarının önünü kesmek isteyen, düşüncenin serbestçe ifade edilmesine karşı çıkan bir sosyal faşist cephe çıkıyor. Türkiye'nin önünde dikilen gerçek tehlike bu cephe aslında. Sağlıklı bir demokratik ortam için asıl olarak bu cepheyle mücadele gerekiyor.
|