|
|
|
|
Bize en yakın Batı'da...
Yaşamdan Dakikalar ekibi olarak Batı Trakya'ya gittik. Gümülcine sokakları sabahın erken saatlerine kadar gençlerle dolu. Genç kızlar gece kıyafetleriyle dolaşabiliyor, kimse onları rahatsız etmiyor. İki ülke gençleri arkadaş olsa da evlenenlere pek rastlanmıyor
Bize en yakın Batı'da...
Yaşamdan Dakikalarekibi olarak Batı Trakya'ya gittik. Gümülcine sokakları sabahın erken saatlerine kadar gençlerle dolu. Genç kızlar gece kıyafetleriyle dolaşabiliyor, kimse onları rahatsız etmiyor. İki ülke gençleri arkadaş olsa da evlenenlere pek rastlanmıyor.
HAYDARPAŞA Lisesi'nde okuduğum yıllarda tanımıştım onları... Her ders arasında bir araya geliyor, köylerini, kentlerini anlatıyorlardı birbirlerine. Konuşmalarında 'h' harfi yutuluyor, 'cık', cik' ve 'cak'lar neredeyse her cümlede kullanılıyordu... Yunanistan'dan, Batı Trakya'dan gelmişlerdi. "Epside" yatılı okuyorlardı. Gümülcine'yi, İskeçe'yi, Dedeağaç'ı onlardan duymuş, haritadaki yerlerini onlardan öğrenmiştim. Bazıları dayanamayıp, cuma günleri öğleden sonra köylerine gidiyorlardı. Pazartesi sabahı okula geldiklerinde 80 kişilik sınıfın arka sıralarına geçip uyuyorlardı... Yorgun ama mutluydular!
AYNI KÖPRÜNÜN ASKERLERİ Ve ben, 30 yıl sonra, o arkadaşlarımın yolundan gidiyordum. Hıncal Uluç ustanın içinde kuş sütü eksik olan arabası, Yunanistan ile sınırı oluşturan Meriç üstündeki köprüyü geçerken el salladım bizim askerlere... Yunan askerleri tıpkı bizimkiler gibi sıcaktan perişan olmuş bir haldeydi. Onlara da el salladım... Geride bıraktığım askerler gibi, onlar da aynı sevgiyle karşılık verdi!... "Hocam, Yunan askerleri de el salladı," deyince, Hıncal Uluç, kahkahası kadar unutulmayacak olan şu güzel sözü patlattı: "Sallarlar tabii, aynı köprünün askerleri bunlar!.." Yunanistan'a gelmiştik fakat bizi Türk polisi karşılamıştı!.. Belki inanmayacaksınız ama polis arabasının bagajı kitaplarımızla doluydu. Polisler, Yunan meslektaşları zorluk çıkarmasınlar diye ellerinden geleni yapıyordu!.. Kitaplara yabancı değildir bizim polis arabalarımız. Ev aramalarında, toplatma kararlarında az kitabın yükünü taşımamışlardı! Kitaplarımızı sınıra kadar getiren polis arabası, bize son derece yardımcı olan, bir tersliğin çıkmaması için ellerinden geleni yapan emniyet görevlileriyle Doğu'ya doğru yol alırken gülümsedim; geride bıraktığım gerçekten benim ülkem mi?
BU YÖNETİCİLER ÇOK FARKLI Gümülcine'de çıkan Gündem gazetesinin davetlisi olarak ayak bastık, Batı Trakya'ya... Yaşamdan Dakikalar ekibini, gazetenin sahibi Hülya Emin, sınırda karşıladı... Aralarında, erken yaşta ölümü ülkemiz ve insanlık için büyük kayıp olan Edirne Valisi Fahri Yücel'in eşi Perihan Yücel de vardı... Fahri Yücel'in ardından söylenecek en güzel şarkı, Fikret Kızılok'un söylediği Bu kalp seni unutur mu? adlı şarkıdır. Bu mükemmel şarkının bestecisi Özkan Samioğlu da bizi karşılayanlar arasındaydı. Galip Galip, Ayşe Galip, Mustafa Mustafa, Doktor Necati... Gönül dostları bir olmuş, bize "Hoş geldiniz," diyorlardı. Sahi, Fikret Kızılok'un Gönül şarkısı var bir de, Özkan Samioğlu'nun bestelediği!!! Batı Trakya'da birlikte olduğumuz Türk aydınlarının son derece alçak gönüllü, içten ve dürüst tavırları beni kendilerine hayran bıraktırdı. Hele ki, bölgenin Yunan Valisi Yanakidis Aris'in toplantıya katılamayacağını bildirmek üzere kaldığımız otele gelişini, bin bir özür dileyişini unutamam. Bölgenin iki Türk vali yardımcısı Mehmet Devecioğlu ve Ahmet Hacıosman'ın bizim politikacılarla ya da yöneticilerle uzaktan yakından ilgileri yok! Vali gibi, onları da yolda görseniz sıradan bir vatandaş sanırsınız. Yüzlerindeki tebessüm, Ege güneşi gibi sıcak ve samimi. Yunanistan'da valiler atamayla değil, seçimle geliyor!.. Sokaklarda korumasız, tek başlarına yürüyorlar! Gümülcine sokakları sabahın erken saatlerine kadar gençlerle dolu. Genç kızlar, gece kıyafetleriyle rahatlıkla dolaşabiliyor, en ufak bir rahatsızlıkla karşılaşmıyorlar. Bizim edebiyatımızda Yunan kadınlarının hafifmeşrep, ahlaksız olarak ele alındığı eserler vardır. Oysa, Yunan edebiyatında Türk kadını genellikle olumludur; annedir, kapı komşusudur... Gümülcine Meydanı'nda otururken, önümden geçip gitse de gecenin sessizliğinde duyulan sivri ayakkabı topuklarının sesi bu karşılaştırmayı anımsattı bana. Acı ama gerçek; annelerin namusuna küfürlerle dil uzatılan sokaklar da bizimkiler!.. Türk ve Yunan gençler, Batı Trakya'da arkadaşlık yapsalar da, aralarında evliliğe pek rastlanmıyor. Bizim kafalarımızın içinde bir Yunan ya da Rum ile aşk denilince roller bellidir; erkek bizimki, kız ötekidir! İki millet arasında aşk konusunun işlendiği roman ya da öykülerimizde değişmez kural budur. Bu konuda bir tek istisna vardır; Sevgi Soysal'ın Yürümek adlı romanında kız Türk, erkek Yunan'dır... Dahası, bu iki sevgili romanın sayfalarında bir ilki gerçekleştirir ve öpüşür!.. Kavala'yı görünce Trabzon'dan göç eden Rumların neden yerleşmek için bu kenti seçtiklerini anladım; bu şirin kent, Trabzon'un küçük bir modeli!.. Osmanlı'ya kafa tutan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın evi de bu kenttedir. Evinin kapısının tam karşısında bir heykeli var, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın. Atının üstündeki yorgun savaşçı, elinde bir kılıç tutuyor. Kılıcını kınından çeken bir insanın bakışları karşıda yani düşmanın üstündedir. Kılıcını kınına koyan bir savaşçı ise ileriye değil, kınının ağzına bakar. Heykelde, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın gözleri kınındadır.
GÖNÜL HAZİNESİ Kılıcını kınına koyan bu heykelin 'barış'ı simgelediği söyleniyor. Ne güzel! Ama, Kavala'nın girişindeki, kuzeyinden aşağıya doğru kanların aktığı 'Kıbrıs'ı Unutma' tabelası bu güzel kente ve barışsever Yunan halkına yakışmıyor. Yunanistan'dan dönüşte gönül hazinemiz kazandığımız dostlar yüzünden zenginleşmiş, ağırlaşmıştı. Yediklerimizden dolayı bedenimiz de öyle!.. Batı Trakya'yı görmemiş, Yosif Makidis'in kurabiyelerini tatmamışsanız, hayatınızda çok şey eksik demektir. (Hayattan ne anladığınıza bağlı tabii ki bu yorumum!) Batı Trakya'daki dostlarımızla vedalaştıktan iki gün sonra Yaşamdan Dakikalar'ın çekiminde Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu, Nebil Özgentürk gibi benim de gözüm kınımdaydı... Son programı çekiyorduk... Üstümüzde bir yılın mutlu yorgunluğu vardı...
|
|
|
|
|
|
|
|
|