Komünist Beckett'in propagandistleri
Geçen hafta tiyatro dünyamızda Beckett haftasıydı sanki. Çiğdem Selışık'ın Mutlu Günler'i, Godot'yu Beklerken yazarını yeniden gündeme getirdi. Godot adını ne zaman duysam ya da nerede okusam hemen 48 yıl önceye dönüyorum. 1958'e...
*** Robert Kolej'de son sınıf öğrencisiyim. Hazırladığımız bir oyunu nisan tatilinde turneye götürmeye karar verdik. Yazışmalar sonunda iki yer belirlendi: Kütahya ile Manisa. Atlayıp trene, yola koyulduk. İki gece Kütahya'da, iki gece de Manisa'da oynayacağız. Dokuz kişiyiz. Aramızda, mezun olduktan sonra Amerika'ya yerleşen Manfred Bormann ile, şimdi nerelerde olduğunu bilmediğim Berent Enç var. Berent'in tiyatroculuğunun okul yıllarında kalmış olmasına hâlâ hayıflanırım. Tiyatroculuğu seçseydi, bugün sahnelerimizin en önemli oyuncularından biriydi. Kütahya'ya geldik. Bizi istasyonda karşıladılar. Kalacağımız yere, Şeker Fabrikası misafirhanesine götürdüler. Biraz hoşbeşten sonra, oynayacağımız oyunların adları soruldu. "Oyunların mı?" dedik, "Tek oyunumuz var. İki gece de onu oynayacağız. "Bizi karşılayanlarda büyük bir telaş! Meğer iki gece iki ayrı oyun oynanacak diye, herkese kombine bilet satmışlar. "Ne yapın edin, yarın gece başka bir oyun oynayın. Aynı seyirciler gelecek," dediler. Ne yapacağız diye başladık düşünmeye. Berent'in aklına bir şey geldi. "Yahu," dedi, "oyunumuz hazır!" Hazır dediği, Samuel Beckett'in (o zamanlar, bizim aramızdaki adıyla İsmail Behçet'in) Oyun Sonu oyunu. Berent bir arkadaşıyla Türkçe'ye çevirmiş, Manfred'le daha önce İstanbul'da da oynamıştı. Üniversiteler arası bir tiyatro şenliğinde. Öyle ya, oyun hazır, kadro hazır. Yalnız bir sorun vardı: Oyun kısaydı. Ona da bir çözüm bulduk. Manfred, Esen Kolgu'yla bir odaya çekilip kendi yazdığı iki kişilik kısa bir oyunun provalarına başladı hemen. Ben de kolları sıvayıp yanımdaki İngilizce antolojiden Çehov'un tek kişilik Tütünün Zararları Üstüne'sini bir yandan çevirmeye, bir yandan ezberlemeye giriştim.
*** Her şey umduğumuzdan çok daha iyi geçti. Üç oyun da büyük ilgiyle karşılandı. Bu arada bir şey düşünmüştük. Beckett'in oyunu sıradışı bir yapıt olduğundan, seyircilerle biraz sohbet etmek, onların sorularını yanıtlamak yararlı olabilirdi. Perde kapanınca, dileyen seyircilerin salonda kalabileceğini belirttik. Kimse yerinden kalkmadı. Söyleşiyi yönetecektim. Birkaç seyircinin sorusundan sonra, ön sırada, ortada oturan bir adam, "Siz bu oyunda Bolşeviklik görmediniz mi?" diye gürledi. Yandık! Dönem, Demokrat Parti dönemi! "Görmedik," dedim. "Görseydik buraya getirmezdik." Sonra yanımdaki Kütahyalı'ya eğilip, "Kim bu adam?" diye fısıldadım. Kütahyalı'nın sesi titriyordu: "Vali." Yandık ki tam yandık! Salonda buz gibi bir hava. "Madem öyle düşünüyorsunuz, bunu konuşalım," dedim valiye. "Bunu yarın makamımda konuşacağız," dedi vali.
*** Ertesi sabah erkenden, misafirhanenin kapısına koca bir otobüs dayandı. Dokuz kişi otobüse bindik. Doğru vilayete... Büyük bir odaya aldılar bizi. Vali masasının başında oturuyor. Önünde Beckett'in oyununun bir gece önce bizden aldırdığı kopyası. Yanında jandarma komutanı. Valinin gözleri ateş saçıyor hâlâ. Ama komutan uykusunu pek alamamış anlaşılan; başı önünde, kestiriyor. Bir süre bizi süzdü vali. Sonra, "Oturun," dedi. Oturduk. Vali bir tomar kâğıt çekti önüne. Eline kalemi aldı. Bana döndü: "Adın?" "Ülkü." "Soyadın?" "Tamer." "Babanın adı?" "Tahsin." "İşi?" "Tüccar." Sonra aynı soruları öteki arkadaşlara sordu. Sıra Manfred'e geldi. "Adın?" "Manfred." "Harf harf söyle." Manfred, adını kodladı. "Soyadın?" "Bormann." Vali, başını kaldırıp gülümsedi. Şöyle 30 saniye kadar Manfred'i süzdü. "Babanın adı?" "Max." "İşi?" "Propagandist." Kalemi fırlatıp masaya attı vali. "Hmmm," dedi, "demek propagandist. Ne propagandası yapar?" "İlaç satar," dedi Manfred.
*** Burada bir parantez açayım. Dönemin ünlü İçişleri Bakanı'nın oğlu Arda Gedik bizim okulda öğrenciydi. Turneye o da gelmek istemişti bizimle. Rolü yok, diye isteğini geri çevirmiştik. Sonradan çok hayıflandım. Keşke onu da götürseydik. Öyle ya, vali soracaktı: "Adın?" "Arda." "Soyadın?" "Gedik." Valinin kafasında bir soru işareti. "Babanın adı?" "Namık." Vali (titrek bir sesle): "İşi... yavrucuğum?" "İçişleri Bakanı."
*** Vali, oyunun çevirisini çekti önüne. Besbelli, dersini iyi çalışmış. Her üç cümleden birinin altı kırmızı kalemle çizilmiş. Jandarma komutanını gösterdi. "Sayın komutan bu sabah tesadüfen geldi buraya..." Sonra seslendi: "Sayın komutan..." Sayın komutan uyanır gibi oldu. "Siz de galiba dün akşam tiyatrodaydınız," dedi vali. "Evet," dedi, komutan. "Oyunu seyrettiniz. Ne dersiniz?" Komutan, "Ben oyunu okumadan oynanmasına izin vermezdim," dedi, yine uykuya daldı. Biz oradan ayrılıncaya kadar da artık uyanmayacaktı... Vali, bir cümle okudu oyundan. "Bu ne demek?" Açıklamaya çalıştık. Abartmıyorum, konuşma aynen şöyle sürdü: "Yaa, bu o mu demek?" dedi vali. "Evet, o demek." "Demek o demek?" "Peki, sizce ne demek?" Vali yanıt vermedi, bir başka cümleye geçti. Beckett'in Bolşevikliğini mutlaka kanıtlayacak. Sayfalar çevrildi, "Bu ne demek"ler sürdü. Bir ara, "Bu oyun dünyanın birçok ülkesinde oynandı," dedim. "İstanbul'da da oynandı. Bunu böyle anlayan ilk kişi sizsiniz." Vali pek memnun oldu. Keyifle güldü. Kimsenin kuşkulanmadığı katili yakalayan Hercule Poirot'ydu sanki.
*** Dördüncü saatin sonunda, "Bakın," dedim. "Biraz sonra trenimiz kalkıyor. Manisa'ya gideceğiz. Bizi burada misafir mi ediyorsunuz, gitmemize izin verecek misiniz?" Vali gönülsüzce ayağa kalktı. "Peki, gidin," dedi. "Ama soruşturma sürecek..." Vilayetten istasyona gittik. Trene bindiğimizde, haberi kim ulaştırdıysa, İstanbul'a ulaştırmıştı bile. Ertesi gün Dünya gazetesinde Bedii Faik'in vali için zehir zemberek bir yazısı yayımlanacaktı. Vali, Bedii Faik'e yanıt verecek, tartışmalar bir süre kesilmeyecekti. Trenimiz Manisa'ya varınca, istasyonda bizi karşılayanlar arasında bazı 'sivil'ler de vardı Dosdoğru Vilayet'e götürüldük. Manisa Valisi, Onat'ın akrabası olduğunu sonradan öğrendiğim İbrahim Tevfik Kutlar, "Kütahya Valisi telefon etti," dedi. "Sizde tehlikeli bir oyun varmış." Anlattık. Bize birer yorgunluk çayı ısmarladı. "Siz haklısınız tabii," dedi gülerek. "Ama yine de bu oyunu oynamayın. İki vilayetin arası açılır."
|