|
|
Yaşar Nabi Nayır edebiyatımızı yönlendiren en önemli kişiydi
Geçtiğimiz hafta 25. ölüm yıldönümünde andığımız Yaşar Nabi Nayır ile neredeyse 50 yıl önce tanışmıştım
Yaşar Nabi Nayır'ın 25. ölüm yıldönümü nedeniyle hafta içinde bir anma töreni yapıldı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Varlık Yayınları'nın işbirliğiyle düzenlenen toplantıda Tahsin Yücel, Doğan Hızlan, Selim İleri konuştular. Yarım yüzyılın ötesine gittim o gün. Varlık Yayınları'yla 1950'lerin başlarında Antep'te, Arif Güzel'in kitabevinde tanıştım. İlk hangi kitabı almıştım, hatırlamıyorum. Cahit Sıtkı'nın, Ziya Osman'ın, Sait Faik'in, Orhan Kemal'in, Dağlarca'nın kitapları, daha sonra Orhan Hançerlioğlu'nun kısa romanları, Haldun Taner'in öyküleri elimden uzun süre düşmedi. Necati Cumalı'nın Güzel Aydınlık, Mahmut Makal'ın Bizim Köy, Cahit Külebi'nin Yeşeren Otlar, Rüzgar, İlhan Demiraslan'ın İncir Ağacı kitaplarını nasıl unutabilirim! Ya çeviriler? Baragan'ın Dikenleri'ni, Kodin'i, İnci'yi, Fareler ve İnsanlar'ı, Bir Garip Adam'ı, Afrika'nın Yeşil Tepeleri'ni yutarcasına okumuştum. Kitap kokusu derler ya, o kitapların kokuları bugün bile burnumda.
GAZETE İKİ GÜNDE GELİRDİ Ayın 1'i oldu muydu, yüreğim pır pır etmeye başlardı. Varlık Yayınları'nın bu ayki kitapları çıktı! Acaba neler var? Caldwell var mı? Hemingway? Steinbeck? Bir hafta sonra öğrenirdim bunu. Günlük gazete bile iki günde gelirdi İstanbul'dan. Posta treniyle. Kitapların, aylık dergilerin gelmesi ise ortalama bir hafta alırdı. Bunu bilir, yine de dayanamaz, ayın 4'ünde erkenden Arif Güzel'e giderdim. Posta saatini beklerdik. Gülerdi Arif Bey Amca. "Bugün gelmez," derdi. Hep haklı çıkardı. Sonunda, ayın 6'sında ya da 7'sinde, ciltlediği kitabı bırakır, "Ben gidip bir bakayım postaneye," der, fötr şapkasını giyer, çıkardı. Dükkanı beklerdim. Biraz sonra elinde paketlerle gelirdi. Evet! Varlık dergisi, Varlık Yayınları! Artık üç gün uğramazdım Arif Güzel'e. Evde kitaplarımı okurdum. Dergimi. Bir yandan da "Yazdıklarım acaba bir gün bu dergide yayımlanır mı?" diye düşünürdüm. Gerçekleşmesi neredeyse olanaksız düşler. Boş hayaller. Yaşar Nabi'yi Robert Kolej'de gördüm ilk. Sanırım 1954'tü. Bir toplantıya gelmişti. Edebiyattan söz etti bize. Sorularımızı yanıtladı. Bir süre sonra şiirlerimi postayla gönderdim ona. Hiçbiri yayımlanmadı. Aradan iki yıl geçti; sınıf arkadaşım Anıl'la (Meriçelli) ikişer üçer şiirimizi aldık elimize, cesaretimizi toplayıp Varlık'a gittik. Yaşar Nabi'nin kapısını tıklattık. "Buyrun." İçeri girdik. Gözlüklerinin üstünden bize baktı Yaşar Nabi. Bu kere sonunda soru işaretiyle bir "Buyrun?" daha. Şiir yazdığımızı söyledik. "Bırakın," dedi. O kadar. Yer göstereceğini, bizimle konuşacağını, ilgileneceğini sanıyorduk. Öyle olmadı. Sadece sessizce baktı bize. Biz de ona baktık. Sonunda başımızla selam verip çıktık. O şiirler de yayımlanmadı. Ama yılmadık. Kendi şiirlerimizi, çevirilerimizi götürdük Yaşar Nabi'ye. Dergideki açılışımızı da çevirilerle yaptık. Öyle ya, her gün onlarca şiir geliyordu dergiye, ama çeviri gönderenlerin sayısı azdı. Çevirilerimizi şiirlerimiz izledi. Varlık sınavını verdiğimize göre, basbayağı şair sayılırdık artık. Varlık Yayınları'yla "ciddi" ilişkim 1958'de başladı. Eminönü Halkevi'nde bir "edebiyat matinesi"ne katılmıştım. Dinleyiciler arasında Memet Fuat da vardı. Matineden sonra Çemberlitaş'a doğru yürüyen küçük toplulukta yanyana düştük onunla. Çeviri yapmak istediğimden söz ettim. "Yaşar Nabi'yle bir konuşayım," dedi. Bu gibi sözlere öylesine alışmıştım ki, önemsemedim bile. Memet Fuat'ın "sözünün arkasında" bir adam olduğunu bilmiyordum ki. Birkaç gün sonra telefon etti. "Yaşar Nabi seni bekliyor" dedi.
|