|
|
Geleneklerimize ne kadar bağlıyız?
Lafa gelince, bizim kadar geleneklerine bağlı toplum bulamazsınız. Ama gelenekleri silip süpürmede, yerleşmiş birtakım güzellikleri yok etmede de üstümüze yok. Çoğumuz, geleneklerine bağlı bir ulus olduğumuzu sanıyoruz. Acaba gerçekten öyle mi? Hangi geleneği sürdürüyoruz? Toplumsal herhangi bir töreni mi? Gündelik yaşamımızda belirli bir ayrıntıyı mı? Topluluklar ya da bireyler arasında bir ilişki biçimini mi? Bırakın yüzyılları, sadece üç kuşak bile aynı aile işini sürdüren kaç kuruluş var? Geçmişe çakılıp kalmayacağız elbette. Ama bazı değerlere, ancak geçmişin güzelliklerini koruyarak, onlardan yararlanarak ulaşabiliriz. Biz ne yapıyoruz? Bakımsızlıktan dökülen iki yapıyla üç çeşmeyi koruma altına alarak eski değerlerimize sahip çıktığımızı sanıyoruz. İnsan beynini koruma altına almayı hiç düşünmüyoruz. Ya da gerektiğinden fazla koruma altına alıyoruz. Sanatta da öyle. En eski sanat dalımızda, edebiyatta, geçmişten kimleri biliyoruz? Bırakın sıradan okuru, bugün şiir yazanlarımızın çoğu Fuzuli'yi, Baki'yi, Karacaoğlan'ı, Pir Sultan Abdal'ı ders kitaplarından tanıdığı kadarıyla yetiniyor. Summani'nin adını duymayanlarımız var. O kadar derinlere dalmaktansa, birbirimizden etkilenmek yetip de artıyor bile. Elbette ayrıcalıklardan söz etmiyorum. Edebiyatımızı da zaten onlar ayakta tutuyorlar. Ama günümüzde geçerli kural bozulmuyor. "Her şeyin doğum tarihi benim doğum tarihimdir" kuralı. "Her şey benimle başlar" kuralı. Dönüp denize bakacağımıza, sulara yelken açacağımıza kumlar üstünde birbirimizle güreş tutuyoruz.
|