|
|
|
|
|
|
'Kızım isterse başını açabilir'
Küçük oğlunun intihar girişiminde bulunduğu iddialarıyla konuşulan Sağlık Bakanı Recep Akdağ, eşine olan aşkından çocuklarıyla ilişkilerine her şeyi anlattı.
'Aile planlaması yaptık, 7 çocuk istedik 6 oldu'
Geçtiğimiz hafta küçük oğlunun intihar girişiminde bulunduğu haberleriyle üzülen Sağlık Bakanı Recep Akdağ, "Oğlumun intihar ettiği söylentilerine hastanede zehir tetkiki yapılması yol açtı" diyor. Ailesine düşkünlüğüyle bilinen Bakan Akdağ eşine bağlılığı konusunda ise şunları söylüyor: "Benim eşime olan aşkım çok iyi bilinir. Bizimki vuslata erince bitmediği gibi, her geçen gün arttı. Eşime hala çok aşığım".
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'la ilgili ilk söylenebilecek "çocuklarına, ailesine çok düşkün biri" olabilir. Onlar için içi gidiyor. Öyle ki oğlu düşüp hastaneye kaldırıldığında çıkan "intihar etti" haberleri bile umurunda olmamış. Aynı sevgi selini karısına yönelik de yaşıyor. Karısından söz ederken "aşk" sözcüğünden hiç vazgeçmiyor. Tutku ve aşk kavramlarının kendisine hiç de uzak olmadığını söylüyor. Ama ne yazık ki bu aralar ardı ardına talihsizlikler yaşıyorlar. Geçtiğimiz hafta oğlu Ramazan dengesini kaybedip düşünce hastaneye kaldırıldı. Bakanı yurtdışı seyahatinden acil olarak döndüren kaza için "intihar" dendi. Ondan kısa süre önce de büyük oğlu Muhammed bir trafik kazası geçirmiş, kazayı kırıklarla atlatmıştı. O yüzden röportaj boyunca Bakan Akdağ, sık sık çocuklarına ve eşine duyduğu sevgiyi dile getirdi. Biz de onun çok farklı bir yönüne tanıklık ettik. Diyebilirim ki bu söyleşide karşımızda Sağlık Bakanı Recep Akdağ'dan çok, bir baba olan Recep Bey vardı.
- Moraliniz nasıl? - Her anne baba gibi biz de çocuklarımızın başına en ufak bir şey gelse üzülüyoruz. Büyük oğlum bir trafik kazası geçirdi, küçük oğlum geçen hafta hastaneye kaldırıldı biliyorsunuz. Bir taraftan da şükrediyoruz, sonuçta çocuklarımız sıhhatli olarak bizimle birlikte diye. Arka arkaya geldi bunlar.
- Bunları bir tür sınanma olarak mı görüyorsunuz? Biz takdire inanırız. İnsanlar tedbirlerini alırlar, hayatı yaşarken önceden hazırlanmak gerekir. Tedbiri alıp takdire de katlanacağız. Bu tür sıkıntılara karşı bizi en güçlü kılan husus da budur.
- Şu günlerde baba Recep mi, Bakan Recep Akdağ mı, hangisi daha ağır basıyor? - Baba Recep ön planda olsun isterim. Ama o çok mümkün görünmüyor. Bakanlık oldukça önemli bir sorumluluk gerektiriyor. Çocuklarımıza, ailemize biraz daha fazla zaman ayırmak gerektiğini bir kere daha görmüş olduk. En azından çocuklarıma ayırdığım zamanın daha kaliteli olması için gayret edeceğim.
- Oğlunuzun intihar girişiminde bulunduğu haberleri çıktığında ne hissettiniz? - Böyle bir şey tabii ki yok. Evde ani bir tansiyon düşüklüğü oluyor. Çocuk da kısa süreli şuur kaybı yaşıyor ve kafasını yere çarpıyor. Bu nedenle hastanede yatması gerekti. Ama kendini toparladı hamdolsun.
- Ateş olmayan yerden duman neden çıkıyor peki? - Oğlumun intihar ettiği söylentilerine hastanede zehir tetkiki yapılması neden oldu. Bir hekim olarak da söylüyorum: Bir hasta şuur bulanıklığıyla getirildiği zaman, teşhis koymadan önce ön tanılar koyarsınız. Tetkikler yaparsınız ve sonra onlardan biri teşhisiniz olur. O on teşhisden biri de ilaç zehirlenmesi şeklinde oldu ve bu tetkikler yapılmaya başlandığı için de intihar söylentileri çıktı. Bu tabii bir şeydir.
- Kızdınız mı ihtihar haberlerine? - O haleti ruhiye içinde o haberlere kızacak, birilerine öfkelenecek halim yoktu. Kendi çocuğumla meşguldüm. İlgilenmedim bile.
- Tahriklere kapılmıyor, çabuk öfkelenmiyorsunuz? - Ben arkadaşlara her zaman şunu söylüyorum: Bir siyasetçi için ne söylediği önemlidir, ama ne söylemediği daha önemlidir!
BİZİM EVDE DEMOKRASİ VAR
- Ne demek o? - Bir dost sohbetinde bir ekstrem fikrinizi bile kolayca söylersiniz. Böyle olması da iyidir. Bu, düşünceyi de zenginleştirir. Ama siyasetçi olarak iyi niyetli bile olsa başka tarafa çekilecek bir cümle kurarsanız, kullanılabilir. O yüzden siyasetçinin sinirlerinin alınmış olması lazım.
- Evde de sinirleriniz alınmış mıdır? Sizin evdeki yönetim şekli nedir? Bizim evde demokrasi var.
- Abdüllatif Şenir'in oğlu küpe takıyor. Siz de müsaade eder misiniz çocuklarınızın bu türden kararlarına? - Tabii olarak çocuklarımızla davranış biçimleri hususunda konuştuğumuz olmuştur. Ama her zaman onların tercihlerine de saygı gösterdim. Bu, yaşam biçimi olarak da böyledir. Bir örnek vereyim size: Ben çocukken, hatta erken gençlik çağında Fenerbahçeliydim. Daha sonra Galatasaray'ın çok başarılı olduğu yıllarda etrafımdaki gençlerden de etkilenerek, ben de onlarla birlikte Galatasaraylı oldum.
- Ne yaptınız siz! - Olmaz mı?
- Dinini değiştir, takımını değiştirme demişler! Duymadınız mı hiç? - Ben fanatizme karşıyım. Öyle oldu ne yapalım! Benim büyük oğlum Beşiktaş'ı tutuyor mesela. Onu Galatasaraylı yapmaya çalışmam. Ben şunu söylüyorum. Herkes istediği takımı tutar. Bir de tabii ben fanatik biçimde taraftar olmayı kabul edemiyorum. Sadece futbolda değil, her alanda fanatizme karşıyım. Dinde fanatizme de karşıyım. Her alanda fanatizmin düşünceyi dumura uğrattığına inanırım.
'EŞCİNSELLERİ HOŞGÖRMEM'
- Sizin görüşlerinize göre, farklılıklar zenginlik mi, yoksa birliği bozan ayrık otları mı? - Farklılıklar kesinlikle bir zenginliktir.
- Bu fikriniz ne bileyim mesela eşcinseller için de geçerli mi? Eşcinsellerin de topluma zenginlik, farklı bir bakış açısı kattığına inanıyor musunuz? - Ben şahsen rahatsız olurum. Benim kendi şahsi kültürüm bundan rahatsız olmamı gerektiriyor. Kendi inançlarım.... Ama bu şekilde yaşayan birinin de yine bu toplumun içerisinde horlanmasına, itilmesine, cezalandırılmasına da tabii ki razı olmam. Ama benim hoşgörmeyeceğim bir şeydir.
- Arkadaşlık etmez misiniz? - Etmem değil de kolay kolay belki arkadaş olamam. Arkadaşlık zorlamayla olmaz. Ama şunu da söyleyeyim İngiltere'de moleküler biyoloji labaratuvarında çalıştım. Bizim çalıştığımız katta bir de homoseksüel arkadaş vardı sizin söylediğiniz gibi. Kendisiyle konuşuyordum tabii, niye konuşmayacağım.
- Yoksulluk içinde mi büyüdünüz, varlık içinde mi? - Rahmetli babam Erzurum'da esnaftı. Sonra süt ürünleri imalatına da başladı. Çok zengin değildik. Orta halli bir esnaf ailesinin çocuğuydum ben. 12 yaşına kadar iki amcamın ailelerinin de bulunduğu eski bir ahşap evde yaşadık. O evde babam, ben ve iki kardeşime düşen bölüm sobalı bir oda, odanın yanında bahçeye geçilen bir hol ve küçük bir banyoydu. Bahçeye doğru küçük bir oda yapmıştı babacığım, o yapılınca ben evimiz bir saray oldu gibi hissetmiştim. Yani ben ilkokulu kardeşlerim ve ailemle tek göz odada okudum. Anne, baba ve kardeşler aynı odada yatıyorduk. Sonra yine sobalı ama 100 metrekarelik bir daireye geçtik. O zaman da o ev bana tam bir saray gibi gelmişti. Fakat bu süreç içerisinde bir para sıkıntısı hissetmedik. Azla yetinmeyi biliyorduk o zamanlar.
- Muhafazakar bir aile miydi sizinki? - Dini değerlerin yaşanması açısından zengin bir ortamın içinde büyüdüm. Muhafazakarlıktan neyi kastettiğinize bağlı biraz da sorunun yanıtı.
- İçinde bulunduğunuz, dindar olmayan insanlara parmak sallanarak "cehenneme gideceksiniz" denen bir ortam mıydı, yoksa herkese hoşgörüyle yaklaşılan bir muhafazakarlık mıydı bu? - Hayatta böyle bir şeyi hiç yaşamadım. Böyle bir şeyin nasıl olabileceğini de hiç anlayamamışımdır. Aslında bizim toplulumumuzda genelde böyle bir problem de yoktur. Gerek dindarlar tarafından.. Aslında dindar lafından da çok hoşlanmıyorum. Dinin şekli esaslarını daha yoğun yaşayan diye düzelteyim. Böyle aileler böyle yaşamayanlara tepki göstermemiştir. Tam tersi de olmamıştır. İnsanlar nasıl yaşarlarsa yaşasınlar birbirleriyle iyi ilişkiler içindedirler. Anadolu'da bu böyle olmuştur. Küçük gruplar arasındaki suni birtakım tartışmalar Anadolu'da hiç yaşanmadı. Birilerine bakacaksınız da başka bir hayat yaşıyor diye onu hor göreceksiniz. Ben bunun nasıl bir duygu olduğunu pek bilmem. Başkalarının bize böyle baktığı olmuş mudur? Doğrusu onunla da pek karşılaşmadım. Erzurum için söylüyorum bunu.
'DİN VİCDANİ BİR İŞTİR'
- Erzurum dışında? Ankara'da? - Ankara'da olduğumuz dönemlerde zaman zaman rastladığımız olmuştur. Ama söylediğim gibi bunu yalnızca toplumun küçük bir kesiminin yaptığına inanıyorum ben. Dini kim ne şekilde anlıyor ve yorumluyorsa, ne şekilde de yaşamak istiyorsa yaşamalıdır. Kendi coğrafyamız içindeki ülkeler arasında bunun en rahat algılandığı ülke Türkiye'dir. Bunu da geliştirmek zorundayız. İnsanlar kendi kişisel yaşamlarında hür olmalıdır. Birisi şöyle giyinmek ve yaşamak ister, öbürü böyle ister. Din hakikaten bir vicdani iştir. Kişinin kendi gönlünde yeşerir. Kişi kendi gönlünde ne yeşermişse onunla hayatına devam eder ve her şey de şekil değildir. Niyet çok önemlidir mesela. Buradan şu anlam çıkmamalı: O zaman dinin birtakım şekli özelliklerini yaşamaya çalışanlar beyhude uğraşıyor. Hayır öyle değil. Onun anlayışı ne noktadaysa ona da saygı duymak gerekir. Bu saygı tek tarafa da olmamalı, karşılıklı olmalıdır.
Elif KORAP
|
|
|
|
|
|
|
|
|