Güdük balkonlar
Herkesin içinde bir, hatta birkaç ukde vardır. Eve ilişkin benim ukdem de güzel, kullanışlı bir balkondur. Öyle bir balkona sahip bir evde oturmak kısmet olmadı. Deniz görsün, Boğaz'a nazır olsun, demiyorum. Bir masa atmak, dört sandalye koymak yeter de artar bile. Mesela bizim dairenin önü ferahtır. Parka bakar. Bahar geldi mi yeşil ağaçlara bakmaya doyamam. Ama balkonu küçük. Ayrıca rüzgar alıyor. Keyif çatmak, iki kadeh yuvarlamak mümkün değil. Daire büyük ama balkon küçük. Meğer beterin de beteri varmış. Geçenlerde inşa halindeki bir daireyi gezdik. Almak için değil, bakmak için. Yeni eğilimleri merak ediyorduk. Kocaman bir daire... Sürüyle oda... Acayip ısıtma-soğutma sistemleri... Aşağıda kapalı otopark... Herşeyi tamamdı... Ama o da ne? Salonun önünde yarım adımlık, avuç içi kadar, ay biçiminde, korkuluğu metalden, bir balkon yapmışlar. Değil masa koymak, çıkmak dahi mümkün değil. Kendisi var ama işlevi yok. Süsten ibaret. Sanırım sadece salonun önündeki büyük kapılarını açmaya yarıyor. Çocuk filan aşağıya düşmüyor. Ben bu tür güdük balkonları hiç sevmiyorum. Ama müteahhitler-mimarlar yapıyor işte. Eskiden de vardı. Kurtuluş, Ayaspaşa, Cihangir, Nişantaşı gibi semtlere gidenler işlevsiz balkonları görebilirler. O tarza dönüş yapılıyor. Neye tercih ediliyor; anlayabilmiş değilim. Bir ara İstanbul'un havası berbattı. Kirlilik korkunçtu. O dönemde bile evlere balkon yapılırdı. Şimdi, doğalgaz sayesinde hava temiz. Ama tam da böyle bir dönemde balkondan vazgeçildi. Amaç yer kazanmak, kapalı alanı artırmaksa... Diyelim ki 10 yıl önce niye böyle bir moda yoktu. Güdük balkonlar nereden çıktı?
Mutfakta şişe leşleri 1950'li yıllarda 'İkinci Yeni' adı verilen bir şiir akımı ortaya çıkmıştı. Şairler alışılmadık imgeler kullanırdı. Mesela Oktay Rifat'ın, 'Telgrafın tellerinde gemi leşleri' diye bir dizesi vardı. Toplumcu gerçekçiler, sosyalistler bu dizeyi dillerine dolamıştı. "Bu ne saçmalık" diyorlardı, "halkın duyarlılığı şiire böyle mi aktarılır? Sanat sanat için değil, toplum içindir." O tartışma aklıma nereden mi geldi? Bizim evde sürekli diyet kola içilir. Tabii bir de benim rakılarım, şaraplarım var. Ben şişeleri çöp kutusuna atmam. Ayrı bir torbaya koyup öyle veririm. Çünkü yer tutuyorlar. Geçen gün boş şişeleri atmakta tembellik etmişim. Plastik ve cam şişiler birikmiş. Yanlışlıkla devrilenler de olmuş. Çöp kutusunun yanı şişe mezarlığına dönmüş. Aslında mezarlık benzetmesi de doğru değil, çünkü gömülen yok, hepsi ortada. 'Morg' ya da 'savaş alanı' demek bile daha uygun. Neyse... Manzarayı görünce, kendi kendime 'Mutfakta şişe leşleri' diye mırıldanıverdim. Bir şair kim bilir o görüntüden hangi imgeleri çıkarırdı! Oktay Rifat'ın 'Perçemli Sokak' kitabında yer alan o dizenin geçtiği bölüm ise şöyle: Bulutların çıkınında/ Mis kokulu güvercinleri gökyüzünün/ Çıldırtırlar insan gözlü kedileri/ Ay doğar kuyulara yalınayak/ Telgrafın tellerinde gemi leşleri.
EMRE AKÖZ
|