Almanya'da bu asla olmazdı!
Bodrum'da, Alman bir çiftin yazlığında akşam yemeğine davetliyim. Sohbet, sakin bir kuzey Almanya ırmağı gibi aheste aheste akıyor. Ancak Lufthansa eşantiyonu minyatür Alman bira kupalarında içilen Efeslerin sayısı arttıkça bu huzur, yerini Alp dağlarından Bavyera ovalarına boşalan bir heyelan havasına bırakıyor. "Almanya'da bu asla olmazdı!" Ev sahiplerinin iki cümlesinden biri bu biçimde bitmeye başlıyor. Yazlık evlerini aldıklarında elektrik tesisatından kanalizasyona kadar karşılaştıkları sorunlar! Türk ustalarla yaşadıkları iletişimsizlik, onların profesyonellik dışı davranışları! Bir insana açık ve net biçimde ne istediğini söylersen o niye gidip yine kendi bildiğini okur ki? Evet evet, Almanya'da bunların hiçbiri asla olmazdı! Türkiye düzensizlik konusunda yabancıların öcüsüyse, Türkiye sınırları içinde bu öcü görevini İstanbul üstlenir. İnsanların oldukça zararsız görünen birçok özellikten dolayı bile İstanbul'a kafayı taktıklarına şahidim. İşte Ankaralı genç bir bayanla aramda geçen bir konuşmadan çarpıcı bir kesit. "Yok yok," diyor bayan, "Bana İstanbul'u kimse sevdiremez. Son gittiğimde İstiklal Caddesi'- ne çıkayım dedim, bir de ne göreyim? Herkes farklı giysiler giymiş! Herkeste bir tarz, herkeste bir çeşit, bu ne böyle? Onlara bakmaktan ben yoruldum! Oysa Ankara'da ne güzel, yolda yürüyorsun, erkeklerin hepsi aynı şeyi giymiş, kadınlar da öyle, ne gözü yoruyor, ne beyni! Uzak olsun benden İstanbul'un o kaosu!"
NELER OLUYOR? Bazen, İstanbul'un hayatımıza soktuğu sayısız aksamalardan birine çarptığımda, kendime rağmen bu zihniyete hak veriyorum. Geçen gün Taksim'de otobüsümün kalkmasını beklerken birdenbire meydanın ortasında beş araba aniden durup tüm Taksim trafiğini bloke etti. Arabalardan fırlayan yaklaşık yirmi kişi, hiddetli biçimde metro girişinin başına üşüşmeye başladı. "Tamam," dedim, "El Kaide nihayet bizi de buldu." Tam da o anda aralarından birini tutup havaya fırlatmaya başladılar. Bunu takip eden naralar tüm olaya açıklık getirdi: "En büyük asker bizim asker!" Gözlerim otobüsün içine döndü. Meğer benim ecel korkusuyla pencereye yapıştığım sırada dışarıda olanlardan hiç de etkilenmeyen diğer otobüs sakinleri arasında bal tadında bir sohbet dönmeye başlamış. Yaşlı bir adam, etrafında toplanmış y e d i - s e k i z gence hayatının hikayesini a n l a t m a k l a meşgul. Lisede kendisine "Algoritma Necmi" denmesinden emekli maaşının ayrıntılarına kadar gençleri hayatıyla hem güldürüyor hem düşündürüyor. Trafik felç olmasa, kalkan otobüsün gürültüsünden bu muhabbet hiç yaşanamayacaktı. Bunu idrak ettiğimde ben de, sabırsızlığımı ve endişemi unutup İstanbullu olmanın ayrıcalığını hatırlayıp gülümsemeye başladım. Şu olay herhangi bir başka yerde de cereyan edemez miydi? Ederdi, deği mi? İşte bu yüzden, "Almanya'da (veya Ankara'da) bu asla olmazdı" diye serzenişte buluan kişinin aslında ifade ettiği tek gerçek, yaşadığı mekanı yeterince tanımıyor olması. Ya da, ki belki bu daha da üzücü, o mekanın sadece bir tarafını görmek isteyip gerisinden kaçıyor olması. Ne yazık ki çoğu mekan, insanlara bu kaçış yolunu açık bırakıyor. Ama İstanbul bu mekanlardan biri değil. İstanbul'un özelliği, bize Türkiye genelinde (ve Türkiye dışında da) yaşanabilecek her türlü garipliği ve düzensizliği odaklanmış ve en uca taşınmış bir biçimde sunması. Bir yer kalabalıksa, İstanbul daha kalabalık. Bir yer hüzünlüyse, İstanbul daha hüzünlü. Bir yer çılgnsa, İstanbul daha çılgın. Ve tüm bu farklı gerçeklikler İstanbul'da her yerden daha iç içe. İstanbul hem düzensizliği hem de onun sayesinde mümkün olan sonsuz olanakları görmezden gelemeyeceğimiz bir yoğunlukta burnumuzun önüne tutuyor. Ve gerçek İstanbullu da, bu sonsuz olanaklardan kaçmaktansa onlara kucak açan kişi olsa gerek.
|