Buraları eskiden hep tarlaydı
Benimsenmeye değer ne kadar da çok İstanbul varmış meğer? Ve bunlara sahip çıkanlar, ne denli değişik insanlar olabiliyormuş? İstanbul, ne kadar çok kişiye, ne kadar farklı şeyler ifade edebiliyormuş? Fırtınalı bir gecede metrodan inmiş evime doğru yürürken, birdenbire yoluma neslinin çoktan tükendiğini zannettiğim bir geyik çıkıveriyor. Karşıdan gelen orta yaşlı adam, arkadaşına sinirli bir sesle hitap etmekte: "Sen bilmezsin, buraları eskiden hep tarlaydı!" Adamın bu sözleriyle, gözlerimin önünde yirmi yıl öncesine uzanan bir kapı açılıyor. Anneannem ve dedemle, sıcak bir yaz gününde Boğaz kenarındayım. Dedem, tepeleri dolduran irili- ufaklı binaları işaret ediyor. Ve hüzünle hayranlığın karışımından doğan bir sesle konuşuyor: "Benim küçüklüğümde," diyor dedem, "buraları yemyeşildi, sadece en tepede tek bir ev vardı. Çok soğuk kışlarda bu tepelerden aşağı kurtlar bile inerdi"...
KURTLAR İNER Mİ? Yine yirmi yıl sonrasına dönüyorum. Ve tam dönüp "Peki kurtlar da iner miydi buralara abi?" gibi bir soruyla kendimi rezil edecekken bir de bakıyorum ki sinirli adam çoktan kaybolmuş. Yağmurlu yolun gerisi boyunca bir yandan iri köpeksi hayvanlarla karşılaşmamak için dua ediyor, diğer yandan da o adamın ve dedemin farklı ses tonlarını düşünmeden edemiyorum. Birisi, yitip giden İstanbul'u yüzünden öfkeli. Diğeri, değişimlere tam ayak uyduramamışsa da, bunların büyüklüğü karşısında bir çeşit huşuya bürünmüş. Dünün İstanbulluları, kendi şehirleri geçmişe karıştıktan sonra yaşasalar da, bu yeni şehrin içinde ancak birer gölge, birer hayalet gibi gezmeye devam ediyorlar sanki. Kimisi öfkeli, kimisi hüzünlü. Elbette ki herkes, kendi İstanbul'unun değişimine bu kadar kolay razı olmuyor. Şehirleri için mücadele verenlere hem sokaklarda hem de medyada rastlıyoruz. Vapurların hizmetten kalkmasına ya da Gökkafes'in inşasına karşı yapılan kampanyalar... Bir gece yarısı paparazzi kameraları önünde İstiklal'den sökülüp alınan ağaçlara yüksek sesle sahip çıkmaya çalışan uzun saçlı, sarhoş genç... Herkes bir İstanbul'a inanıyor, herkes bir İstanbul'u savunuyor. Benimsenmeye değer ne kadar da çok İstanbul varmış meğer? Ve bunlara sahip çıkanlar, ne denli değişik insanlar olabiliyormuş? İstanbul, ne kadar çok kişiye, ne kadar farklı şeyler ifade edebiliyormuş? İlginçtir ki "Gerçek İstanbul" anlayışı, kısa sürede büyük değişimlere uğrayabiliyor. Bugün "nostaljik" diye savunulan vapurlar, Şirket-i Hayriye'nin esas, yandan çarklı gemileri yanında birer modern teknoloji canavarı değil mi? Bugün İstanbullular tarafından benimsenen İstiklal ağaçları, daha birkaç yıl önce, onları sökenden farksız bir belediye tarafından dikilmedi mi? Günden güne ışık hızıyla değişen bir şehir çehresinde çoğu yeniliğin daha benimsenip içselleştirilemeden yokoluşuna, diğerlerinin ancak yokolma tehdidiyle birlikte değere binişine, yine diğerlerinin ise hiçbir gerçek otantizme sahip olmamalarına karşın bir şekilde şehrin simgelerine dönüştüğüne tanık oluyoruz. Bari en azından şehirde köklü bir yer edindiğini düşündüğümüz unsurlar evrensel olarak kabul görse! Ama nerede? İstanbul'u bugün İstanbul yapan çoğu şey, aslında ne kadar da tartışmalı! Örneğin iki kıtanın birleşmesine simge olmuş, İstanbul silüetiyle özdeşleşmiş Boğaz köprüleri. Bunların İstanbul görüntüsünü nasıl da bozduğunu söyleyen insanlara hala rastlıyorum. Yine de bugün bunları savunanlar olduğu gibi, günün birinde İstanbul'da bir "Gökkafes Dostları Derneği" ya da Yenibosna semtinin otantik yapısı bozulmasın diye düzenlenen mitingler de olmayacağı ne malum?
HANGİ İSTANBUL? Peki bütün bunların arasında benim kendi özel İstanbul'um hangisi acaba? Ve onu nasıl savunurum? "Şehrin geçmişi korunsun" derken, "hangi geçmiş?" diye soruyor muyuz? "Otantik yapıya zarar gelmesin" derken, "hangi otantizm?" diyerek duraklıyor muyuz? "İstanbul ölmesin" derken, "hangi İstanbul?" sorusu açık kalmıyor mu? Böyle sorular karşısında "benim" olanı bulup korumaya çalışırken hem şehirden hem de hayattan bezmek kolay. İstanbul da, tıpkı hayat gibi, bize çoğu değişimi sormadan dayatıyor ve sadece bu değişimleri iyiye ya da kötüye yorma özgürlüğünü bize bırakıyor. Acaba gerçek İstanbullu, bu özgürlüğü sonuna kadar kullanmasını bilen kişi olabilir mi?
|