İstanbul'da bir İngiliz
Taksim'den İstiklal'e inerken ya da Burger'ın önünde beklerken lütfen etrafınıza bakın: Orada bekleyen insanlar, bir "İstanbullu ailesi" portresi için poz vermektedir adeta. Diyelim ki Taksim'de bir arkadaşla buluşacağız. Eee, nerede buluşacağız? Gideceğimiz mekanı daha belirlememişiz tabii. Birimiz dolmuşla geliyor, diğerimiz metroyla; önce İstiklal'de biraz piyasa yaparız, ondan sonra belki sinemaya, belki Galatasaray'dan aşağı inip Tophane'de nargileye... Ama önce buluşmamız gerek. Büfelerin önü olmaz, adamlar tezgahlarının önünde durdurmazlar. Anıtın etrafı hiç olmaz, abuk subuk laf yeriz. Eh, dükkan vitrinlerini de kapayamayacağımıza göre sadece tek bir yer kalıyor: Burger'ın önü. İstanbul'la ilgili yazılanlara baktığımızda, birilerinin açtığı mekanlara, yani kahvelere, barlara, restoranlara büyük yer verildiğini görürüz. Ama nedense İstanbulluların kendiliğinden belledikleri, kimseye ait olmayan ama ortak bir paylaşım alanına dönüşen mekanlardan neredeyse hiç bahsedilmez. Oysa bence İstanbul'u İstanbul yapan mekanlar tam da buraları. Eğer yolu şehrimize düşen bir turist, ülkesindeki arkadaşlarına İstanbul'u gerçekten tanıdığını göstermek istiyorsa Kapalı Çarşı'da ya da Kız Kulesi'nde değil, Burger'ın önünde çekilmiş bir fotoğraf götürmelidir eve.
İSTANBULLU Fotonun arka planında yazan çokuluslu şirket adının İstanbullulukla bir ilgisi olduğunu öne sürmüyorum tabii, yanlış anlaşılmasın. Burger'ın önü, Burger'ın kendisi olmasa da varolacaktır. Zaten orayı gerçek İstanbul'un bir parçası yapan unsur, mekanın kendisinden ziyade günün resmen 24 saati orada beklediğini görebileceğiniz insanlardır. Taksim'den İstiklal'e inerken ya da Burger'ın önünde beklerken lütfen etrafınıza bakın: Orada bekleyen insanlar, bir "İstanbullu ailesi" portresi için poz vermektedir adeta. Tiki gençlik, orta yaşlı orta-üst sınıf mensubu, sırtında gitarı ve uzun kara saçlarıyla geleceğin rock yıldızı, ara sıra çulsuz bir berduş, sokak kedisiBurger'ın önü, yaşayan bir İstanbullular ansiklopedisidir. Ve bu insanların hepsi, beklemektedir. Kimisi, bu beklemeden saniyeler içinde sıyrılır, kimisi ise yarım saat ya da daha fazla kalır Burger'ın önünde. Kendim de bu saflardaki yerimi aldığım zamanlarda, bu beklemelerin arkasındaki hikayeleri merak ederim. Eminim ki, orada bekleyen insanlarla konuşma cesaretini gösterebilsem, kısa bir süre içinde Burger'ın Önü: İstanbul'dan Kısa Hikayeler adlı bir cildi dolduracak malzemeyi toplayabilirim. Burger'ın önünde sevgililerini beklerken bir telefonla terkedildiklerini öğrenenler, arkadaşları içerideyken iki saat dışarıda bekleyenler, bekleyen bir diğer insanla sohbete girip yeni bir ilişkinin ya da dostluğun temelini atanlar. Eh, tabii ki benim de bunlara eklenecek kısa bir hikayem var. Biricik sevgilimle (mujuks!) Burger'ın önünde tanışmadıysak da, flörtümüzün ilk ayı boyunca, henüz çıkmazken, her akşam orada buluşurduk. O, Mecidiyeköy'deki stajının çıkışında metroya atlar, basamakları koşa koşa çıkıp gelir, ben, anneannemlerin Tünel'deki dairesinden İstiklal'i aceleci adımlarla katedip. Ve Burger'ın önündeki beklemeler... Her seferindeki düşünceler, acaba bugün neleri konuşacağız, biraz daha yakınlaşacak mıyız, ona açılma cesaretini ne zaman gösterebileceğim? Ve nihayet bir gece (telefonda) yapılan aşk itirafından sonra, Burger'ın önünde gerçekleşen ilk "resmi" öpüşmemiz... Bugünlerde buluştuğumuzda gideceğimiz yer genellikle önceden belli olsa ve dolayısıyla birbirimizi Burger'ın önünde beklemesek de, aramızda hala ara sıra bir "Burger'ın önü" muhabbeti geçer. Ve oradan her geçtiğimde, bekleyen insanlarla aramda bir yakınlık hissederim.
YA GELMEZSE... İstanbul'u İstanbul yapan mekanlar değil insanlar ve insanların bu mekanlara aşıladıkları anlamlar diye düşünmeden edemiyorum. Burger'ın önü bir yerde İstanbul hayatının bir mikrokozmosunu sunar bize: O kadar insan, hep birlikte, o kadar ortak noktaları var ama yalnızlar. Birilerini bekliyorlar. Belki de en yakınlarında duranların, onlara bekledikleri kişiden daha çok benzediğinin, daha yakın olabileceğinin farkında değiller. Hatta bir ihtimal, onlar da kendileri gibi birini beklemekte, yarı-mutsuz ve endişede oldukları için ve bu konumu kendilerine yediremedikleri için, yanındakilere gizlice içerlemekte, onları aşağılamaktalar. "Salağa bak, ne kadar süredir bekliyor." Ya sen? "Bununki kesin gelmeyecek." Ya seninki? Burger'ın önü, ne kadar birleşmelerin, kavuşmaların, mutlu sonların simgesiyse, hiçbir gerçek İstanbullunun hayatından tümüyle eksik olamayacak bekleyişlerin, hüzünlerin ve, en önemlisi, yalnızlığın da bir simgesi olmalı bence. İşte tam ortamızda, bir müzeye, kitaba ya da sergiye ihtiyaç olmadan, İstanbul'un ve İstanbullu olmanın nasıl bir şey olduğunu bize hatırlatan ve gerçek İstanbulluyu görmemizi, istersek de onunla tanışmamızı sağlayan bir mekan: Burger'ın önü! Burada, "bütün Burger'ın önücüleri, birleşin" ya da "tüm Burger'ın önücüler kardeştir" gibi bir çağrı yapmayı çok isterdim ama gerçek İstanbullunun böyle bir çağrıyı ciddiye almayacak kadar bireysel ve başına buyruk olduğunu biliyorum. Bu yüzden, biraz daha mütevazı bir öneriyle bitireceğim. Bir dahaki sefere Burger'ın önünden geçtiğinizde ya da oradaki saflarda yerinizi aldığınızda, bekleyen insanları görmezden gelmeyin, onları birer yabancı gibi algılamayın. Onlar, her gün yaşadığımız İstanbulluluk gerçeğinin canlı birer simgesidir ve Burger'ın önünde durduğunuzda, siz de bu İstanbul sergisinin birer eseri olmaktasınız. Burger'ın önü İstanbul'dur ve orada bekleyen, bir İstanbulludur; kardeşiniz olmasa bile yakınınız, dostunuz olmasa bile sırdaşınızdır.
|