|
|
Vallahi duramıyorum ben!
"Duramıyorum ben, illa bir şey yapıyorum. Bana kalsa nisanda film çekeceğim ama dur yahu, diyorum. Normalde başka insanların yaşadığı gibi yaşa, diyorum. Kendime meşgale buluyorum. Hızlı okuma kursu aldım, 10 parmak daktilo kursu aldım. Photoshop, bilgisayar kursu derken başka aklıma bir şey gelmemişti, ben de albüm çıkarayım dedim." Eeee Teoman olmak kolay mı? Duramazsın işte böyle... Ben bile şu fakir halimle duramıyorum, Teoman olsam darbe yaparım demek ki. Hani yazılacak yazı insanın kalemine yakın gelir ya. Hani bir yıldız kayar da birden... İşte öyle bir şey oldu bana... Ben röportajı okuduktan sonra önce sushi kursuna gittim. Sonra bakkaldan içi alınmış yarım ekmeğe salam/kaşar yaptırdım, yedim. Kesmedi, aikidoya gittim. Arkadaşın arabası tekledi onu ittim gene kesmedi. "Dur yahu" dedim kendi kendime, "sen de normal insanların yaptığı şeyleri yap!" Dergide üst katta Memedalibey'in programı vardı, ona kafayı soktum iki tur attım, kesmedi. Dönüşte mahalle buz olmuş, kayıp düştüm, çanak çömleği kırdım. Eve gelip excel çalıştım. Televizyonu komple söküp taktım. Üstüne balkonda yamaç paraşütü yaptım. Pederle Cumhurbaşkanlığı seçimi konuştum. Kesmedi, kesmedi... Ben de ne yapayım, çaresiz Teoman'la ilgili bu satırları yazayım dedim. Normal insanlar gibi olamıyorum. Kahretsin, nasıldır bilirsin dostum. "Hey, o lanet aklını mı yitirdin sen?" diyesim geliyor kendi kendime. Ama ne yapayım. Alinur Velidedeoğlu gibi benim de dairem köşeli, suyum kuru... Oksimoronum ben... (O espriyi yaptınız değil mi? Çok kötü, yapmayın sakın...)
MARCEL DÜŞ YAKAMDAN Marcel Duchamp diye bir eleman var ya hani evden pisuarı sökmüş Paris'te Beaubourg'a gitmiş sanat diye sergilemiş. Adına da çeşme demiş, Allahsız... Bugün sanat dünyası hala tartışıyor diye haberler alıyoruz, okuyoruz. Ondan bile daha kötü hissediyorum ben kendimi. Ama yine de duramıyorum işte. Bu güncel konuyla ilgili bir iki satır yazmak istiyorum ileride. Yanız bir özelliğim vardır. Huyum kurusun, araştırmacı gazeteciyimdir. Ready Made'in ne olduğunu bildiğimden, hala tartışılıyor konu filan deme cüretini göstermem. Ayıp. Marcel Duchamp'ın bu hadiseyi Paris'te değil, New York'ta geçekleştirdiğini (yani olay New York'ta geçiyor hacı), jürisi içinde kendisinin de bulunduğu Bağımsızlar Sergisi'ne Richard Mutt adıyla imzaladığı pisuarı jürinin beğenisine sunduğunu; böylece dahil olduğu jüriyi 'sanat eseri' konusunda esaslı bir sınava tabii tuttuğunu biliyorum. Sene 1917. Ama tabii o jüride mesela bir Ali Atıf Bir, ne bileyim bir Tan Sağtürk yok ki alsın pisuarı koysun salona göğsünü gere gere. Peh... Reddediyor akılsızlar.
PASO MÜZİK DİNLERİM BEN KARDA Teoman konusu kaynadı arada. Albüm eleştirisini sonra yazmaya karar verdim. Narin bedenim bu yükü kaldıramayacak şu anda. Ayrıca tez vakitte Teoman'la Banu Alkan'ı aynı programda görmek ister deli gönül. İlk çıktığında Bono'yla eş tutardık Teoman'ı ama Banu Alkan böyle değildi, daha Zaga'ya filan çıkmamıştı. Bir Teoman, bir Bono düzeyine gelmesi için zamana ihtiyacı vardı. Bir yandan yağan kara bakıp, bir yandan bu büyük isimle ilgili projeleri düşünürken Teoman diye yanlışlıkla başka bir albümü CD player'a koymuşum. Coldplay nereden çıktı yahu şimdi durup dururken derken, bir de baktım ki şarkı Türkçe. Grubun adı Nem. Coldplay'in 'replika'sı mübarekler. Ama bir dinleyin. Balans ve Manevra'nın tamamını kesintisiz izleyeyim, Mumyalarla firar edeyim ki hak vereceksiniz bana. Albüm Coldplay'in Parachutes şarkısına benzeyen Güneşte Yalnız ile açılıyor. Sonra Yellow, daha doğrusu Melekler Düşerken var... Böyle böyle gidiyor. Peki gelelim sadede... Çok sevdim. (Bu bölümde ironi yoktur) Kar yağarken paso dinledim. İyi kaydedilmiş, hatta bu anlamda Türkiye için devrim sayılacak bir hareket. Yalnız hakikaten fazla Coldplay olmuş. Biraz da Keane belki... Önce garipsedim. Sonra hoşuma gitti. Şimdi bayağı seviyorum. Bilemiyorum garip duygular içindeyim. Duramıyorum ki ben... Yarabbi sen beni normal eyle...
|