Otobüs ve metro Mazi... Ati!
Hem teknolojik hem de mekansal olarak gelecekten geçmişe doğru bir yolculuk: Dairemden sevgiliminkine ulaşabilmek için Gayrettepe'de metroya biniyorum, Taksim'de inip otobüse geçiyorum ve Haliç'i aştıktan bir süre sonra Şehremini'nde yolculuğu noktalıyorum. Bu esnada hem İstanbul'un oldukça yeni bir semtinden yüzyılları aşan bir geçmişi olan bir mahallesine hem de pırıl pırıl teknoloji harikamız Taksim metrosundan gürültülü, sallantılı ve eski püskü halk otobüsüne uzanan bir zaman yolculuğu yaşıyorum. Geçmiş ve gelecek... İstanbul gibi bir şehirde tabii ki her zaman iç içeler, ancak konforlu metrodan düldül otobüse geçerken insan, Tevfik Fikret'in deyimiyle "ati çıkınca ortaya mazi silinmeli", yani geleceğin belirmesiyle geçmiş yok olmalı diye düşünmeden de edemiyor doğrusu. Metronun istikrarlı temposuna karşılık otobüsün "çarpışan arabalar" zihniyeti... Yürüyen merdivende sağda durup solda ilerleyen insanlara karşılık hep birden daracık otobüs ağzına hücum eden bir güruh... Çevreyi görüntüsüyle bile kirletmeyen metroya karşılık havaya sigara tiryakisi tüm bir mahalle kadar duman salan otobüs... İnsan bazen geçmişle gelecek arasında bir seçim yapmakta o kadar da zorlanmıyor. Geçmişe düşman ve tümüyle geleceğe dönük yaşayan bir İstanbullu, taşıma araçları arasındaki bu farkı simgesel olarak "memleketimizin hali"ne uygulayabilir. Bu İstanbullu'ya göre otobüs, Türkiye'nin geride bırakıp unutmaya çalıştığı sallantılı geçmişinin bir simgesi olur herhalde: Ne zaman kalkıp ivme kazanacağı, ne zaman da aniden frenleyip herkesi altüst edeceği kestirilemeyen, ne idüğü belirsiz bir cisim. Metro ise bu insanın hayalindeki Türkiye geleceğini temsil edecektir: İşlerin her zaman resmen "rayında" gittiği, tıkır tıkır işleyen bir makine.
MANZARALAR BİLE FARKLI Peki ayrım gerçekten bu kadar açık ve net, bu kadar siyah-beyaz olabilir mi? Teknolojik bir gelişmeyi medeniyet boyutuna taşımak o kadar da kolay olmasa gerek. Ne de olsa ne kadar geçmişe gidersek, İstanbul toplu taşıma araçları o kadar insancıllaşır sanki. Tüm yetişme çabalarıma karşın burnumun önünden kalkıp giden metro, sırf telaşlı telaşlı el salladım diye kalkmışken frenleyip beni bekleyen otobüsle nasıl boy ölçüşebilir ki? Vapurla Boğaz'ı aşarken beni saran görüntü, sesler, tat ve koku, Şişli ve Gayrettepe durakları arasında metro camından izlediğim bisküvi reklamıyla nasıl karşılaştırılabilir? Geç kaldım mı koşarak bile yetişebileceğim nostaljik tramvay, sadece tek bir yokuşu çıkarken yorulmamamız için inşa edilmiş Tünel, bunların sempatikliği yanında müthiş metromuz adeta çirkin kalmıyor mu? Demek ki geleceğe düşman ve tümüyle geçmişe yönelik yaşayan bir İstanbullu, şehrimizin taşıma araçlarını savunup atiyi yermek için bir araç olarak da kullanabilir. Bu durumda otobüs, tramvay, tünel ve vapur gibi vasıtalar, toplumumuzun ilerleme ve gelişme yolunda yitirmeye başladığı değerleri temsil edebilir: Toplumsal dayanışma içgüdüleri, etrafımızdaki tabiatla barışıklık, yardımseverlik... Metro ise resmen bunların yitip gidişini gözler önüne sermiyor mu? Hem insancıl boyuttan hem de tabiatla ilişkiden neredeyse tümüyle arınmış soğuk bir cihaz... İnsanın Tevfik Fikret'i yeniden yazası geliyor: "Ati çıkmadan ortaya mazi bilinmeli"...
OTOBÜS EDEPSİZLİĞİ İşi daha da karmaşık kılan başka boyutlar da var. Bir kere, İstanbul'da "metro"dan bahsettiğimizde, her yerde aynı olan tek bir nesneden söz edemeyiz elbette. Bundan şüphe duyan herkesi, Taksim durağında rastladığımız canlı klasik müziği ve camdan hayvanat bahçesini bir de Esenler-Otogar durağında hayal etmeye çağırıyorum. Ayrıca "otobüs edepsizliği" ve "metro adabı"nın birbirine karıştığı noktalar da var. Örneğin bendeniz, her akşam Gayrettepe'de metrodan indiğinde sırf yürüyen merdivenleri çıkmamak için sinsice engelli asansörüne bindiğini itiraf etmelidir. Bir yanda benim bireysel densizliğim, diğer yanda şehrimizin demografik yapısına yansıyan eğitim, gelir ve fırsat eşitsizliği... Aslında her iki durumda söz ettiğimiz şey aynı: İnsan faktörü. Zaten hem geleceği olumlu, geçmişi de olumsuz yorumlayanlar hem de bu denklemi tersine çevirenler yine insanlar değil mi?
|