Elleri kanlı bir kahraman
Viyana'da, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Naziler'in toplama kamplarında öldürdüğü 65 bin Yahudi'nin anısına konulan bir anıt vardır. İngiliz heykeltıraş Rachel Whiteread'ın imzasını taşıyan eser, raflara dizili kitaplardan oluşmaktadır. Anıtın dört tarafı da kütüphane rafı şeklindedir; ama kitapların sırt kısmı değil, sayfalarının olduğu tarafı dönüktür, konulduğu alana... Whiteread, sırtını okuyamadığımız için hiçbir kitabın adını, yazarını bilemediğimiz gibi, öldürülen masum insanlardan birinin bile adını yazmaz anıta. Galeri Ambiente'e giderken bir kez daha ziyaret ettim anıtı. Sanatçının anıtı kaç kitaptan oluşturduğunu merak ediyordum; üşenmedim, saydım bu sefer: 7 bin kitap! Galeri Ambiente bir mobilya mağazası! Birbirinden güzel mobilya tasarımları sergileniyor. Bunun için mi gidiyorum oraya? Hayır! Galerinin bir bölümü oyuncak müzesi olarak düzenlenmiş. En fazla da "Teddy Bear", yani oyuncak ayı göze çarpıyor.
TARİHİ OYUNCAK AYI Viyana Oyuncak Müzesi, Galeri Ambiente'in çok yakınında; tarihi bir binanın birinci katında. Her Viyana seyahatimde mutlaka uğradığım yerlerden biri de orasıdır. Müzede sergilenen oyuncak ayılardan birinin önünden ayrılmak çok zor gelir bana. Siyah renkli bu ayıcığın eline tutuşturulan kartpostalda Titanik'in resmi vardır. O, oyuncak tarihinin ilk siyah ayısıdır. Titanik'in battığı yıl olan 1912 yılında, 1912 adet yapılmıştır ve korkunç kazada ölenlerin anısına bir yas oyuncağı olarak üretildiği için siyah renklidir! Titanik'in batışından 20, ilk oyuncak ayının yapılışından 11 yıl önce, 1892 yılının İstanbulu'nda ilk kez bir "Viladethane" açılır. Açan da eğitimini Paris'te tamamlamış olan Besim Ömer Paşa'dır. "Açılır" dedik ama bu hiç de kolay olmaz. 1885'te de Vehbi Bey kente bir viladethane açma girişiminde bulunmuş, hatta binanın planlarını mimar Perpignanni'ye çizdirtmiş, ama saraydan izin çıkmayınca tüm çalışmalar rafa kaldırılmıştı. Geçen yedi yıl içinde, birçok kadın doğum anında ölürken bir o kadar çocuk da sakat kalır. Besim Ömer Paşa, belli çevreler tarafından hakarete uğrar, Cağaloğlu'ndaki evi taşlanır. Bunun nedeni "Piçhane" kurmasıdır! "Hangi kadın gider orada doğum yapar, elbette doğacak çocuğun babası belli olmayan." Böyle düşünür kimileri ve Besim Ömer Paşa'yı şeytan ilan ederler. Evet, viladethane "doğumevi" demektir ve onun kuruluşunda öncülük yapan Besim Ömer Paşa da kadın doğum uzmanı olan bir biliminsanıdır.
PADİŞAH REDDETTİ II. Abdülhamit'in doğumevi yapımını reddetmesinin nedenini Dr. Ömer Besim Paşa şöyle açıklar: 'O zaman nezd-i Şahane'de Viladethane'nin bir 'piçhane' gibi telakki edilmiş olmasıdır. Hep bu telakki tesiri altında menfi cevap gelmekte idi. Her şey burada düğümlenip kalıyordu.' 1892'ye kadar İstanbul'da kadınlar evlerde doğum yapıyordu. Ebelerin bilgileri dahilinde evlerde doğum yapmayan kadınlar, hamile olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalanlar ya da genelev çalışanlarıydı. Besim Ömer Paşa için doğum anı kadar, doğumdan sonraki bakım da önemliydi. Toplumu bilim yolunda yürütmekte kararlı olan Besim Ömer Paşa, Gülhane Askeri Tıbbiye'nin yakınındaki, üç oda ve bir sofadan ibaret olan binada ilk doğumevini açar. Böylelikle bilim, uygar yaşam, sarayı gizlice kuşatmış olur. Çünkü viladethane binası Topkapı Sarayı surlarına bitişikti ve Besim Ömer Paşa tüm çalışmaları saraydan gizleyerek yürütmüştü!
YAZIYLA ÇAĞRI Doğumevini kuran bu yürekli insan, doğum yapacak kadın bulabilmek için gazetelerde yazılar yazmaya başlar. Özellikle de "fakirhane"lerde doğum yapan kadınların, normal şartlarda bile sağlıksız koşullarda yaşadığını belirterek doğum sonrasında bakımsızlıktan öldükleri gerçeğini vurgular. Onun düş kapısından içeri doğum yapmak için ilk hangi kadın girdi, bilemiyoruz; ama bu durum, o an Besim Ömer Paşa'nın yüzündeki gülümsemeyi gözümüzün önüne getirmemize engel değildir! Besim Ömer Paşa, son sınıf öğrencilerine 24 saat arayla, altışar kişilik gruplar halinde nöbet tutturur. Doğumevi, bu alanda nice uzman doktorun yetiştiği bir okula dönüşür. Doğumevi'nin başarısı İstanbul'da dilden dile yayılır. Öyle ki bina başvuruları kabul edemez hale gelir. Halkın talebi karşısında II. Abdülhamit, 1904 yılında yeni bir viladethane yapılması iznini verir. Bu izin, Besim Ömer Paşa'nın zaferinin saray tarafından da kabul edilmesi anlamına gelmektedir. İlk doğumevi 17 yıl hizmet verir. Nasıl Titanik'in Atlas Okyanusu'ndaki enkazında ölen insanların yardım isteyen haykırışları yankılanıyorsa, harabeye dönüşen ilk doğumevinin duvarlarında da zor bir ameliyat sonrasında dünyaya gelen bebeklerin çığlıkları ve mutlu annelerin, babaların kahkaha sesleri duyulmaktadır. Günümüzde, doğumevlerine gelen ziyaretçiler yeni doğan bebeğe ilk oyuncak olarak "Teddy bear" armağan ediyorlarsa, bilinmelidir ki bu mutluluğun bedeli Besim Ömer Paşa tarafından ödenmiştir. Bu ülkenin Besim Ömer Paşa'ya büyük bir teşekkür borcu vardır. Kadınlarımız bilimin ellerinde doğum yapmalarını Besim Ömer Paşa'ya borçludur. Baba olmanın mutluluğunda Besim Ömer Paşa'nın düşlerinin ve tüm baskılara rağmen çıkarmadığı beyaz doktor önlüğünün payı büyüktür. Oysa onun doğumevi günümüzde bir yıkıntı halinde ve yanına hiç kimse uğramıyor. Tıpkı, Titanik'in enkazı gibi... O tarihi bina bir gün mutlaka "Dr. Besim Ömer Paşa Müzesi"ne dönüştürülecektir. Buna yürekten inanıyorum. Viyana Oyuncak Müzesi'nde sergilenen oyuncak siyah ayıya ve tuttuğu Titanik resmine bakarken, Besim Ömer Paşa gelir aklıma... Çünkü o, New York'taki bir tıp toplantısına gitmek üzere bilet aldığı gemiyi kaçırmış bir yolcudur. O gemi Titanik'tir! İnancım, bu toplumun kahraman olarak elleri kanlı katilleri, çetecileri tanıması değil, Besim Ömer Paşa ve onun gibi biliminsanlarıyla "gurur" duymasıdır. Besim Ömer Paşa gerçek bir kahramandır. İlle de şartsa olsun, onun da elleri kanlı!
|