On üç aylıkken öldünüz mü?
Türkiye Şeker Bayramı'nın ikinci gününü kutluyordu... Erzurum'daki Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na üç aylıkken bırakılan on üç aylık Olgun Akdeniz hastalanıp öldü. Olgun'a zatürree teşhisi konulmuş ama yeniden yuvaya gönderilmişti. İyi bakılıp bakılmadığı tartışma konusu olunca, "otopsi" kararı alındı. Otopsiden sonuç çıkmayınca, biopsi yapıldı. Biopsi İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildi...
*** Cenazesi ailesince alınmadı. Hazin bir törenle gömüldü. Törene Erzurum Vali Yardımcısı, Sosyal Hizmetler İl Müdürü katıldı. Gazeteler "duydukları utanç" nedeniyle ailenin bebeğe sahip çıkmadığını yazdı. Neyin utancı? Sorunun cevabı, satır aralarında vardı.
*** Bebeğin, Ardahan'ın merkeze bağlı köylerinden birinde oturan annesi "geçim sıkıntısı nedeniyle eşinden ayrıldığını ve çocuğa bakamayacağını" söyleyerek kızını Çocuk Esirgeme Kurumu'na bırakmıştı. Halbuki, "doğumun ardında bir dram" yattığı, haberin içine yerleştirilen "annenin hikayesi" kutusunda tüm vahşetiyle ortaya çıkıyordu. Kayıtlarına göre "anneye kardeşi" tecavüz etmişti. Halbuki anne kendisine eniştesi A.K.'nin tecavüz ettiğini söylüyordu.
*** Sonra da devam ediyordu: "Annem, ablamın yuvası bozulmasın diye kardeşim A.G.'nin tecavüz ettiğini söylememi istedi." Enişte baldızının ırzına geçiyor... Kızcağız hamile kalıyor... Anne, ablasının evliliği sarsılmasın diye suçu erkek kardeşin üstlenmesini istiyor... Erkek kardeş suçu üstleniyor... Bebek doğuyor... Çocuk Esirgeme'ye bırakılıyor... On ay orada yaşıyor, hastalanıyor... Hastanede zatürree teşhisi konup yeniden yuvaya yollanıyor ve ölüyor... Ölüm nedeni tartışmaya neden oluyor... Otopsi yapılıyor, durum anlaşılamıyor... Biopsi devreye giriyor... Ailesiz bir şekilde gömülüyor. Devlet yetkilileri defin töreninde hazır bulunuyor...
*** Ne demeli? 10 Kasım Perşembe günü de "babası tarafından ırzına geçildiğini" televizyonda anlattığı için "babası tarafından vurulan" 32 yaşındaki Nermin Ardıç'ı mı hatırlamalı? "Görüntü" ile "asıl" arasında büyük uçurumlar yaşayan ve bu nedenle kendini tanımaktan nefret eden bir toplum olduğumuzdan mı şüphelenmeli? Hamasete abanmanın gerisinde, örtülmek istenen yaraların olduğundan mı söz etmeli? Susmalı mı?
*** Dünyanın yüzünü kızartan böyle olayları elimizle bir yana itip hayatımıza devam ediyoruz... Bu, asla ve asla bir daha tekrarlanmayacak tek bir örnek bile olsa, toplumun tüm enerjisini kullanarak üstüne gitmesi, nedenlerini didik didik etmesi gereken bir facia değil mi? Toplumun böyle bir örneği nasıl üretebildiğinin özel ve genel şartlarının projektörler eşliğinde toplumsal merceklerin atına yatırılması gerekmez mi? Milliyetçi, muhafazakar, gelenek ve göreneklere bağlı, örf ve adetlerden yana olduğumuzu vurgulayıp durduğumuza göre bunu daha da hızlı yapmak zorunda değil miyiz?
*** Olgun Akdeniz on üç aylıkken on ay evvel bırakıldığı yuvada kimsesiz olarak öldü ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. Dışardan ışıklarına baktığımız evlerin çoğu yoksa bir cehennem mi? Böyle mi düşünmeliyiz?
|