|
|
|
|
Kara mo ile kırmızı mo
Geçen gün, 'Çalıkuşu'nun yazarı, ünlü romancı Reşat Nuri Güntekin'in 1930'larda kaleme aldığı 'Anadolu Notları'nı okuyordum... Kah gülümseten, kah hüzünlendiren bu izlenimlerin ikinci cildinde kahkahalarla gülmeye başladım. Olay şöyle... Reşat Nuri'nin (1889-1956) yolu Bursa'ya düşer. Bir arkadaşı onu karşılar. "Ben bir oda tuttum, gel sana da aynı otelde bir yer ayarlayım. Benimkinin yanındaki oda boştu" der. Ne var ki otele vardıklarında tüm odalar dolmuştur. Yeni bir yer aramaya çıkmadan, sofada ('lobi') kahve içmeye otururlar. Tam bu sırada entarili, hırkalı, başında takke, gözünde gözlük, terlikli, sakallı bir ihtiyar, tam da Reşat Nuri'nin tutmayı tasarladığı odadan fırlar. İhtiyar, otel sahibine çıkışır: "Be evladım, bunca yıllık müşterinim senin... Buldun buldun da bu kabir (mezar) gibi odayı mı buldun buna?" Otelci şaşırır. Malını övmeye başlar. İyi döşenmiş bu oda, karşı dağlara kadar bütün ovayı görmektedir. İhtiyarın iyice tepesi atar. Sakalını titrete titrete konuşur: "Yahu iki insan yüzü görmedikten sonra, ben dağları ne yapayım? Çatlayayım mı burada? Şeytanlarla mı konuşayım? Sağa bakarsın duvar, sola bakarsın duvar... Bu nasıl otel böyle? Ben kır yılanı değilim, insanım. Odada iki insan yüzü görmek isterim." Lafı uzatmayalım... Sonunda hole bir yatak kurulur. Bizim ihtiyar da buna yatar. Tahmin edeceğiniz gibi yanından müşteriler geçmekte, çevrede hizmetliler koşturmaktadır ama ihtiyar bu kalabalık ve gürültüden gayet memnundur. Onlarla konuşur, ihtiyacı olana üşenmeden yatağından kalkıp tuvaleti filan gösterir... Arada sırada da kestirir!
'Anadolu Notları'nın bu bölümünü okuduğumda aklıma İstanbul'daki yerleşim trendleri geldi. Hatırlarsınız: Bir vakitler millet Bahçeşehir'e akın etmişti. Gidenlerin hayali; havası temiz, trafik gürültüsü ve park derdi olmayan, güvenli bir ortamda yaşamaktı. Kimi Bahçeşehir'de çok mutlu oldu. Kimi sıkıldı, birkaç yıl sonra kent merkezine döndü. Bu tercih elbette hem kişinin iş ve sosyal hayatıyla ilgili, hem de karakteriyle... Mesela ben nispeten sessiz bir evde yaşamayı tercih ederim ama merkezden de fazla uzaklaşmak istemem. Ne Reşat Nuri'nin ihtiyarı kadar insan canlısıyım, ne de kendimi kentin curcunasından izole etme yanlısıyım. Reklamlardan takip ediyorum: Kent civarında çok sayıda site yapılıyor. Kimi apartman şeklinde, kimi modern konak! Bu siteler sakinlerine; sağlıklı, korunaklı, sakin ve elbette lüks bir hayat vaat ediyor. Oralara taşınanları anlıyorum, tercihlerine saygı duyuyorum ama çok zorda kalmadıkça aralarına katılamam. 'Gürültü' dedik de... Bizim evin en önemli kusuru tren yoluna yakınlığı. Ancak bundan rahatsız değilim. Bana çocukluğumu hatırlatıyor. Fi tarihinde annemle trenleri seyretmeye (Frenkler 'Trainspotting' diyor) gidermişiz. Dizel lokomotife 'kırmızı mo', homurdana homurdana geçen kömürlü lokomotife ise 'kara mo' dermişim.
Emre AKÖZ
|
|
|
|
|
|
|
|
|