Prevert'in dediği gibi, "PARISTANBUL"
Ne zaman Türkiye'ye çocuklarımla gelip, aileyi tam kadro bir araya toplasam böyle oluyor. İş için, yalnız başıma geldiğim seferlerde adabımla gelip, toplantılarımı yapıp yine adabımla gidiyorum da, bütün o "en sevdiklerimi" görüp derinlerle dalınca dönemiyorum bir türlü. Kalbim çok fena İstanbul'da kalıyor. Dört nesildik yine bu sefer. En büyüğümüz 81 yaşında, en küçüğümüz 2 aylıktı. Şahane sohbetler edildi, leziz yemekler yenildi, gülme krizleri geçirildi -en eski arkadaşım İzo (yazar İzzeddin Çalışlar) bizim için "sit-com gibi aile" der, yani şamatayı tahayyül edin artık -, politika, sanat, felsefe tartışmalarına ek olarak dedikodular yapıldı, kanatlanıp bu dünyadan uçanlara ağlanıldı, veletler kaynaştırıldı ve yine "evladiyelik hatıralar biriktirildi". Buluşma bu kadar rengarenk olunca, ayrılma saati de bir o kadar teatral oldu. Ailenin hiç bir ferdi soğukkanlı bir vedayla yetinemedi, hep birlikte koyverdik gözyaşlarımızı. Sanki çok yakında tekrar görüşmeyecekmişiz gibi, hem matrak hem hüzünlü mizansenler ürettik habire. Dönüş uçağında irtifa yükseldikçe derine daldım haliyle. Bayağı olmuş, demiri Paris'e atalı. Bu yıl önemli bir yıldı. Bu yıl, İstanbul'da ve Paris'te geçirdiğim seneler eşitlendiler. Hayatın tam yarısını orada, yarısını da burada geçirmiş olduğumu düşünmek de iyice baharat kattı bu seferki göçüme.
DOĞUŞTAN SEYYAH Ben, doğuştan göçmen kuşlardanım. Doğuştan seyyah, doğuştan seferi olanlardan. Ben gitmişlerden, dilini, toprağını, insanlarını terketmişlerdenim. Çocuklarım mesela, aksanlı konuşuyorlar ana lisanlarını. Bu yüzden de gitmekten söz edildiğinde başka türlü dinlerim. Anavatanında, anadilinde oturanların -bir memlekettir çünkü dil-, göç nedir bilmeyenlerin anlayamayacağı bir sükunetle, fark edemeyeceği bir sızıyla dinlerim. Kulak kesilirim eğer "terk etmekle ilgili bir sözünüz" varsa. İşte bu yüzden sorularınıza cevap vermek istedim. Açıklayayım efendim: Sık geliyorum oralara. Çoğunlukla iş için, kimi zaman da, İstanbul sızısı hakikaten dayanılmaz olduğunda. Bir de uzun, serin yazlar geçiriyorum, rüzgarlı Kuzey Ege kıyılarında. Ve tüm bu seyahatlerde karşılaştığım herkes bana gitmekten sözediyor. "Ne iyi yaptın gitmekle" diyor kimileri. "Bu memlekette yaşanmaz" diyorlar, "Ben de gitsem becerir miyim?" Kimisi başarılı, ünlü, kimisi yolun başında ama hepsi de hayalperest yürekler. Herkes gitmek istiyor. Sizlerden aldığım mesajlar da gitmekten sözediyor. Buradaki hayatı soruyorsunuz. "Her şeyi bırakıp kaçsam olmaz mı?" diyorsunuz... Bilmiyorum. Bunun cevabını hakikaten bilmiyorum. Terk etmek güzel. Ama terk etmek zor. Yollar boşuna yürünmüyor, orası kesin. Nereye giderseniz gidin, ulaşmak için katedilen yol, varılan noktadan daha çok şey öğretiyor insana. Malum hikaye işte. Aslolan, Kaf Dağı'nın ardında ne olduğu değil, dağa giden yol. O yüzden "öğüt veremem" kimselere. Ama madem soruyorsunuz, kendim için cevap vereyim: Evet, çok memnunum bir gün gitmiş olmaktan. Ve yine evet, pişmanım gitmiş olmaktan. Evet, ikisi de. Yani, yine yok somut bir cevap. Hayatın formülü yok çünkü. Yeni yılda hepinize mutlu gidişlerle mesut kalışlar temenni ederim efendim. Not: Benim de Dorian Gray gibi portremin yaşlanmasının zamanı gelmiştir diye düşündüm: Yeni yılda yeni suret, umarım seversiniz.
Sedef Ecer
|