Cari açık ve onu üreten yapı
TÜSİAD Başkanı'nın Ankara'daki Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada dikkatler, daha çok siyasi yöne kaydı. Ekonomik konular ikinci planda kaldı. Oysa konuşmada, ekonomimizde kırılganlık yaratan bazı konulara değinilerek, özellikle 'ekonominin cari açık üreten yapısının değişmesi' gerektiğinin altını çiziliyordu. Tüsiad Başkanı, bu noktayı Denizli'deki konuşmasında da vurguladı. 'Yatırımlardan vazgeçilmesi mümkün olmadığına için sanayi üretimimizin katma değerinin yükselten' önlemlerin alınması üzerinde tekrar durdu. Yatırım malları ithalatına dokunmadan ara malı ithalatının düşürülmesi cari açığın da kapanmasına yardımcı olacaktı. Bir başka anlatımla, ihracat içindeki ithalat girdi oranlarının azaltılması ve sanayi üretiminde yerli girdilerin yükseltilmesi yoluyla, ithalatın ve giderek cari açığın düşürülmesi yöntemi öneriliyordu.
Sorun kısa vadede Bu yapılabilir mi sorusuna yanıt, kuşkusuz evet olacaktır. Ancak, Başkan'ın da belirttiği gibi bu stratejiden sonuç almak 5-10 yıl gibi zaman alıcı bir süreci gerektirir. TL değerlenince ucuzlayan ithal girdilerini kullanarak üretimini sürdüren yapıyı, kısa sürede tersine çevirmek olanağı ne yazık ki düşüktür. Ayrıca, orta dönemde bunu gerçekleştirmenin artılarını ve eksilerini iyi irdelemek gerekir. Oysa sorunumuz kısa vadelidir. Bu yıl 24 milyar dolar, gelecek yıl ise bunun üzerinde oluşacak cari işlemler açığının nasıl azaltılacağı, dış borç geri ödemeleri ile birlikte yıllık 50 milyar dolara ulaşacak dış finansman gereğinin nasıl düşürülebileceği, halen çözüm bekleyen en önemli konuların başında gelmektedir. "Açık finanse edilirse sorun yok" yaklaşımı ile çarenin bulunduğu imajını veren davranışları kabul etmeye olanak yoktur. Açık günün birinde mutlaka ekonominin yapısalları ile ilişkili bir düzeye iner. Bunun yumuşak mı yoksa sert bir iniş mi olacağı önemlidir. Yumuşak iniş kuşkusuz herkesin seçimidir. Peki, yumuşak inişi sağlayacak kısa dönemli önlemler nedir sorusuna yanıtı bir kez daha tekrarlayalım.
Yumuşak iniş * Birinci politika önlemi, faizleri arttırmaktır. Bu önlem, iç tasarrufları yükseltir. Yatırım tasarruf eşitliği içinde dış tasarrufları ve giderek cari işlemler açığını düşürür. * İkinci önlem, son üç yılda yüzde 30 civarında değerlenmiş YTL'nin denge kuru düzeyine yavaş bir biçimde oturtulmasıdır. Döviz kuru etkisi ile cari işlemler açığı azalır. * Üçüncü önlem, büyüme hızını düşürmektir. İç talepteki düşüşün etkisi ile ithalat azalır, cari açık da normalleşir. * IMF'nin en sevdiği önlem ise, faiz dışı fazlayı artırmaktır. Bu dört seçenek ya da bunların bileşimleri, kısa vadede soruna çözüm getirecek önlemlerdir. Ancak, hepsinin yan etkisi vardır. Faizleri artırmanın, YTL'ye değer kaybettirmenin ve büyümeyi duraksatmanın ekonomik ve politik olumsuzluklar yaratacak yönleri bilinmektedir. Başımızda Demokles'in kılıcı gibi duran bir gerçeği de unutmamamız gerekir. Yabancı sermaye akışı ile cari işlemler açığı kapatılmaz, finanse edilir. Aynı durum dış borçlanma için de geçerlidir. Açık azalmaz, dış kaynaklarla geçici olarak dondurulur. Kanımca, cari açığın en riskli yanı yabancı yatırımcıların görüşlerini değiştirmedeki gücü ve ağırlığıdır. Bu nedenle, hükümetin ve IMF'nin "Açık finanse edilirse sorun yoktur" anlayışını değiştirip; faiz, döviz kuru, büyüme ve faiz dışı fazla seçenekleri arasında bir tercih yaparak uygulamaya geçmesinde sonsuz yarar vardır.
|