| |
|
|
'İfade'deki açmaz
Mesele dava konusu ifadenin sahibi değil, ifadenin kendisi. Özgürlüğün sınırları nasıl çizilmeli? İfadeye hapis cezası yerine para cezası mı olmalı?.
Haftaya Orhan Pamuk davası damgasını vurdu. Her ne kadar, cumartesi günkü 'Düşünce'sizlik manşeti ve olayları aktarılış biçimi nedeniyle Sabah okurlardan yüklü bir övgü alsa da, Pamuk'u kınayan veya onun bu kadar "büyütülmesine" şiddetle karşı çıkan pek çok kişi de oldu. Sabah, kimi yorumlarında Pamuk'la ilgili eleştirel görüşlere yer verse de, davaya ilişkin haberlerde ifade özgürlüğü çerçevesinde, Türkiye AB ilişkileri boyutlarında, esas olarak " özgürlükçü" bir tavır takındı. Haber ve yorumlara baktığımızda, gazeteciler ve okurlar, kanaat önderleri ve toplum açısından riskler içeren bir "odak kayması" ile yüz yüzeyiz.
Esas mesele Mesele, Orhan Pamuk'un kendisi, veya aykırı gelen bir görüşü nasıl ifade ettiği meselesi değil. Mesele, demokrasinin olgunlaşması ve istikrarı için gerekli olan, "halkın bilgilenme hakkı", "tartışma özgürlüğü", "eleştiri amaçlı ifade" ve "devlet yurttaş ilişkileri" ile ilgili. Guardian gazetesi, bu davayla, "devletin kendisini yurttaşa karşı kanunla koruması veya düşünceyi bastırmasının, modern bir topluma yakışmadığının bir kez daha hatırlandığını" yazdı. Aykırı söze dayanıklı, hoşgörülü bir toplum değiliz. Sabır, saygı ve sağduyu yerine refleks, duygu ve şiddet kullanmayı seviyoruz. İfade özgürlüğünün "sert dil", "sivri laf" kullanma. veya düpedüz "saçmalama" özgürlüğünü de içerdiğini bir türlü kavrayamıyoruz. Hal böyle olunca, üyelik için temel değerlerini benimseme taahhüdünde bulunduğumuz AB ile bir kültür savaşının ortasında buluyoruz kendimizi. Cehalet, güvensizlik ve kuşkunun beslediği sağırlar diyalogunun ortasında, esas mesele gözlerden kaçıyor veya öteleniyor. AB'den Pamuk davasıyla ilgili eleştiriler, "yargıya baskı" olarak görülüp geri püskürtülüyor. Oysa bu eleştirilerin yasamaya, yani Meclis'e "bu yasa maddelerini değiştirin" çağrısı olduğu halkın dikkatinden kaçırılıyor. Yasal değişikliklerin yargıyı rahatlatacağı görülmüyor.
Hapis cezası Er veya geç yüzleşilecek soru şudur: Eleştiri amaçlı ifadelere, bırakın hapis cezasını, para cezası bile uygulamayan AB, "Türklük" gibi soyut kimlikleri veya örneğin "meclis" gibi somut kurumları "aşağılayıcı" ifadelere hapis cezası uygulamakta ısrar edecek bir Türkiye'yi üye olarak kabul edecek midir? Yıllarını ifade "suçları" ile ilgili davalara adamış olan avukat Fikret İlkiz, bu soruya "hayır" yanıtı veriyor. Ve ekliyor: "Hükümet ifade özgürlüğünü sınırlandıran tüm TCK maddelerini kaldırmalıdır." İlkiz'e göre, ilerde sorun yaratacak nitelikte 26 madde var TCK'da. Ama o, öncelikle 301 ve 305. maddeyle, "halkı askerlikten soğutma"ya hapis öngören maddenin tamamen kaldırılmasını savunuyor. "Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılama" başlığı taşıyan 301. maddenin, bu haliyle hükümete yönelik eleştirilere bile hapis cezası öngördüğünü, bunun demokrasilerde kabul edilemez olduğunu" vurguluyor İlkiz. Peki, Zülfü Livaneli'nin önerdiği gibi "Türklük" yerine "Türk ulusunun" ifadesi bu maddeye konursa sorun çözülür mü? "Bunlar çok yanlış şeyler" diyor İlkiz. "İfade özgürlüğünü böyle yaparak genişletmiyorsunuz ki! O maddedeki zihniyet devlet kurumlarını ifadeye karşı kanunla koruma mantığıdır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak TCK'nın yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005'e kadar 301. maddenin TCK'da yer almamasını sürekli istedik. Raporlar yazdık. Hükümete bildirdik. Dinlemediler. Davaların artacağını ve uygulamada sorun çıkacağını söyledik. İnanmadılar. Şimdi tartışılan davalarla karşı karşıya kaldılar. 'Yargıya müdahale edilmez' gibi saçma sapan demeçler verirken aslında yasamayürütmeyargının bağımsız olduğuna inanmadıklarını kanıtlıyorlar. Hatta 301. maddeye eklenen son bir cümle var: Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. Bu cümlenin varlığına karşılık açılan davaları düşünürseniz şöyle de demek olası: Demek ki Türkiye'de eleştiri amacıyla yapılan düşün ce açıklamaları hakkında dava açılabilmektedir. Bu cümlenin maddenin son fıkrasında yer alması devletin yasayla korunması mantığının açıkça itirafıdır."
Rötuş, abesle iştigal İlkiz başka risklere dikkat çekiyor: "TCK'da sadece 301. madde yok. 305. maddede düzenlenen "temel yararlara aykırı hareket" suçu unutuldu. Belki dava açılınca gündeme gelir. TCK'nin 288. maddesindeki 'adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs' suçu unutuldu..." İlkiz'e göre, şiddet çağrısı/övgüsü, ırkçılık veya hakaret dışında kalan tartışma ve eleştiri amaçlı ifadeye "hapis" mantığını korumaya çalışırken, bazı rötuşlarla durumu idare etmek a besle iştigalden başka bir şey değil. Peki, bu maddeleri tutarak, hapis yerine sembolik para cezaları konsa, sorun belli bir geçiş süreci için ortadan kalkar mı? İlkiz "Hayır" diyor. "Türkiye ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı maddeleri kaldırmalı. Başka hiçbir yolu yok." Geçenlerde bir seminerde Yunanlı bir meslektaşla bir araya geldik. Ona, "sizde de askeri konular hassas. Biri çıkıp halkı askere gitmemeye çağırsa ne olur?" diye sordum. "Tabii hapis cezası olmaz, dava açılmaz ama bu kişi etrafında epey patırtı kopar" dedi. Bu yüzden köşe yazarlığından atılan bir gazetecinin öyküsünü anlattı. Ekledi: "Tabii bunu yazan aşırı uçta küçük yayın organları var, ama onlara kimse aldırmaz.." İfade özgürlüğü değişken, ülkeden ülkeye farklı bakışlar içeren bir kavram. Ama terör, ırkçılık gibi bazı alanlar dışında, AB içinde ifadeye hapis uygulayan bir ülke yok. Evet, Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde "soykırım imkarı" konusunda bazı sınırlamalar var, ama bunların cezası 3-5 YTL gibi sembolik miktarlar . Baştaki soruya dönüp sükunetle cevabını verelim: "Karar elbette Türkiye'nin. AB sürecinden vazgeçmek istemiyorsa, TCK maddelerinin değişmesi gerekecek. Vazgeçmek istiyorsa, farklı bir yolda yürünecek." Denklem bu kadar basit. Akıl ve sağduyu, bu denklemi çözmek zorunda.
|