Başbakan Erdoğan, SABAH'ın 20'nci kuruluş yılında Türkiye'nin son 20 yılını yazdı: Krizler geride kaldı....
Türkiye ekonomisi 1980'li yıllarda bir dünya ekonomisi olma yolunda tarihi adımlar attı... Ancak 90'lı yıllar krizlerle heba edildi... Son üç yılda ise dünyada "sessiz devrim" olarak nitelenen tarihi adımlar attık... Bu adımlarla, krizler ülkesi olmaktan çıkıp fırsat ve imkânlar ülkesi haline geldik.
YÜZDE 1 ENFLASYON EN BÜYÜK HAYALİMİZ Türkiye artık geri dönülmez biçimde bir güven ve istikrar ülkesi olmuştur. Bu tecrübelerin sonucunda kendimize büyük hedefler seçtik. Enflasyonun yüzde 1-2'ye ineceği, kişi başına gelirin 15 bin doları geçeceği, ihracatın 150 milyar doları aşacağı, AB üyesi bir Türkiye hayali kuruyoruz.
Hayalim %1 enflasyon 15 bin dolar milli gelir
Biz, enflasyonu yüzde 1-2 seviyesine gerilemiş, sürdürülebilir büyümenin devam edeceği, kişi başına milli gelirin 15 bin doları geçeceği, AB üyesi olmuş, özgür dünyanın lider ülkeleri arasında yer almış güçlü ve müreffeh bir Türkiye hayali kuruyoruz.
Türkiye ekonomisi, 1980'li yıllarda, bir dünya ekonomisi olma yolunda tarihi adımlar attı. Demokratik açılımlarla desteklenen ekonomik serbestleşme çok kısa zamanda etkisini göstererek Türkiye'ye büyük bir sıçrama fırsatını verdi. Ancak ülkemizin her alanda başlattığı reformlar, özellikle de ekonomideki açılımlar 90'lı yıllar boyunca yapısal reformlarla desteklenemedi. Yüksek ve belirsiz enflasyon ortamı, büyümede istikrarsızlık, artan işsizlik ve yoksulluk, piyasalarda güveni etkileyecek siyasi istikrarsızlık ve belirsizlikler, krizler, hem Türkiye ekonomisinin ağır kayıplar vermesine, hem de serbestleşmenin aksak kalmasına yol açtı. Bütün bir Avrupa İkinci Dünya Savaşı'ndan yorgun ve yıkılmış olarak çıktığı halde kısa zamanda toparlanırken, hatta 80'li yıllara kadar dünyaya kapalı rejimler açıklık politikası izlemeye başlayıp bunda başarılı olurken, Türkiye 90'lı yıllarını heba etti. Kuşkusuz bu sürecin halkımız üzerindeki etkisi çok daha ağır oldu. Enflasyonun ekonomi ve siyaset üzerindeki olumsuz etkisi istikrarsızlığı körüklerken, aynı zamanda sosyal çöküntüye de zemin hazırladı. İşsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe paralel olarak göç ve terör olayları Türkiye'nin uzunca bir süre vakit kaybetmesine, ağır bedeller ödemesine yol açtı.
POTANSİYELİ MÜSAİT Oysa Türkiye'nin potansiyeli, zenginlikleri, imkânları ve sunduğu fırsatlar tüm bu belirsizlikleri aşmak, hayalleri gerçek kılmak, Türkiye'yi kalkındırmak için yeterliydi. Türkiye, üretim için, ihracat için, uluslararası doğrudan yatırımlar için, istihdam için hem kendi yatırımcısına, hem de uluslararası yatırımcılara eşsiz fırsatlar sunan bir ülkedir. Bu zemini hazırlamak için ise kararlı, disiplinli, akılcı ve geleceği hedefleyen politikaları uygulamak gerekiyordu. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra milletimizden aldığımız güçlü iradeyle 18 Kasım'da hükümetimizi kurarken, 80'li yıllarda başlayan açılım sürecini hızlandırarak sürdürmek, kaybettiğimiz yılları telafi etmek ve Türkiye'yi dünya liginde hak ettiği güven ve itibara ulaştırmak gibi bir hedefimiz vardı. Yüksek ve belirsiz enflasyonla, istikrarsızlıkla, güvensizlikle, krizlerle kesintiye uğramış olan açılım sürecini yeniden başlatmak, ülkemizi potansiyellerine yaraşır bir ülke haline getirmek azmiyle yola çıktık. Demokrasi kalkınmanın ön şartıdır. Yola çıkarken biliyorduk ki, demokrasi adalet ve kalkınmanın en temel dinamiğidir. Bu inançla demokratikleşme ve insan hakları alanlarında tüm dünyada büyük yankı bulan, 'sessiz devrim' olarak nitelendirilen tarihi adımlar attık. Türkiye, 3 yıl gibi kısa bir süre içinde geniş bir toplumsal destekle gerçekleştirdiğimiz reformlar sonucunda Kopenhag Kriterleri'ni karşılamayı başardı.
AB'Yİ MİLLET İSTİYOR Aktif dış politikamızla desteklenen bu süreçte AB üyeliğine kararlılıkla yaklaştık ve 17 Aralık 2004'te AB ile katılım müzakerelerinin başlamasını sağladık. Böylece 3 Ekim 2005'te de 42 yıllık tarihi yürüyüşümüzde en kritik merhaleyi geride bırakarak katılım sürecini başlattık. Bu adım, Cumhuriyetimizin kuruluş idealleri ve aziz milletimizin değişim iradesi doğrultusunda atılmıştır. Türkiye bu adımlarla artık, geri dönülemez biçimde bir güven ve istikrar ülkesi olmuştur. Bu yapısıyla da hem bölgesel hem de küresel ölçekte barış ve refaha, insanlığın ortak geleceğine önemli katkılarda bulunmaktadır. Özellikle 'çatışma kültürü'nün bir salgın hastalık gibi yaygınlaştığı günümüzde Türkiye'nin temsil ettiği değerlerin önemi çok daha büyüktür. Zira, Büyük Avrupa'nın oluşum süreci henüz tamamlanmamıştır. Türkiye'nin katılımı bu süreci olgunlaştıracak en önemli adımdır. Avrupa'nın kültürel çoğulculuk iddiası, Türkiye'nin varlığıyla inandırıcılık kazanacak; AB bu sayede küresel bir aktör hüviyetine kavuşacaktır. Bu da AB'yi, felaket senaryolarının aksine 'medeniyetler ittifakı'nın adresi haline getirecektir. İspanya Başbakanı değerli dostum Sayın Zapatero'yla BM çatısı altında başlattığımız 'Medeniyetler İttifakı' girişimi, bu istikamette atılmış bir ilk adımdır. Siyasete getirdiğimiz yeni tarz ve iddia ile Türkiye'nin önünde yeni ufuklar açtık. Bu bütüncül vizyon içeride de meyvelerini vermeye başlamıştır. Geride bıraktığımız üç yıl içinde ekonomide gerçekleştirdiğimiz reformlar, Türkiye'nin açılım sürecini yeniden işleten başarılara sahne oldu.
TÜRKİYE ZAMAN KAYBETTİ Büyümede de geride bıraktığımız 20 yılda inişli-çıkışlı bir dönem yaşadık. Kimi zaman yüksek oranlarda büyüyen Türkiye ekonomisi, hemen ardından daralmalar yaşadı. Böylece sürdürülebilir, istikrarlı bir büyüme ortamı oluşturulamadı. 2004'te ise ekonomimiz yüzde 9.9 oranında büyüyerek son yılların en yüksek büyüme oranını elde etmiş oldu. Büyümede ortaya konulan hedefler ile gerçekleşmeler artık birbirini tutmaya başladı. Böylece özellikle yatırımcılar için öngörülebilir yepyeni bir dönem başladı. Hedefimiz en gelişmiş ülkeler arasına girmektir Ekonomimizin nereden nereye geldiğinin en somut göstergelerinden birisi de fert başına GSMH'daki artış olmuştur. 1985'te sadece bin 330 ABD doları olan fert başına GSMH, 2002'ye kadar inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve 2 bin dolar seviyesini aşamamıştır. Bu alanda da yine son üç yıl içinde rekor bir yükseliş elde edilmiş, önce 2003'te 3 bin 383 dolar, ardından da 2004'te 4 bin 172 dolar seviyesine ulaşılmıştır. Kuşkusuz biz gelinen bu seviyeyi yeterli görmüyoruz ve bu başarıyla yetinmiyoruz. Türkiye bugün dünyanın en büyük 17. ekonomisi düzeyine gelmiştir. Hedefimiz, Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemizi dünyanın en gelişmiş ilk yedi ülkesinden biri haline getirmektir.
DIŞ TİCARETİN ÖNEMİ... Türkiye ekonomisinin 20 yıllık serüvenini izlemek açısından bir başka önemli gösterge dış ticaret hacmimizdir. 1985'te 19 milyar dolar olan dış ticaret hacmimiz 2002'ye kadar ancak 92 milyar dolar seviyesine ulaşabilmiştir. Bu tarihten itibaren ise bir sıçrama gerçekleştirilmiş, önce 2003'te 121 milyar dolar, ardından da 2004'te 165 milyar dolar seviyesi yakalanmıştır. 1985'te 8 milyar dolar olan ihracatımız 2002'ye kadar ancak 36 milyar dolar seviyesine ulaşabilmişken, 2003'te 47 milyar dolar, 2004'te 63 milyar dolar ve 2005 Eylül ayı itibariyle de 53 milyar dolar seviyesini yakalamıştır. Türkiye ekonomisinin serbestleşme ve açılım sürecini en iyi özetleyen gösterge ise uluslararası doğrudan yatırımlardır. 1 Ocak 1954'ten, 31 Aralık 2002'ye kadar olan sürede, Türkiye'de kurulu bulunan yabancı sermayeli şirket sayısı, yalnızca 5 bin 584 adettir. Bu tarihten bugüne kadar olan sürede, yani yaklaşık üç yıl içinde ise toplam yabancı sermayeli şirket sayısı 11 bin 622 olmuştur. Yani 1954'ten 2003'e kadar 48 yılda toplam 5 bin 584 adet şirket kurulmuşken, 2003'ten bugüne kadar olan 3 yıl içinde bu rakama toplam 6 bin 038 yeni şirket eklenmiştir. Yine bu 48 yıllık süre içinde toplam yabancı sermaye miktarına baktığımızda, yıllık olarak bazı istisnalar dışında 1 milyar dolar seviyesinin aşılmadığını görüyoruz. Ama 2003'te 1 milyar 726 milyon dolar, 2004'te de 2 milyar 765 milyon dolar seviyelerine ulaşılmıştır. 2005 Ocak- Ağustos döneminde Türkiye'ye giren doğrudan yabancı yatırım miktarı ise 2 milyar 909 milyon dolar olmuştur. 2004 yılının aynı döneminde bu miktar 1 milyar 910 milyon dolardır. Yani 2004'ten bugüne yüzde 52'lik bir artış elde edilmiştir. Bu ve benzeri göstergeler, Türkiye ekonomisinin artık farklı bir sürece girdiğini somut olarak ortaya koymaktadır. Bu süreç, üç yıllık iktidarımız döneminde gerçekleşmiş rakamsal göstergelerin ötesinde, Türkiye ekonomisinin güvenli, istikrarlı ve sağlam bir zeminde ilerlediği, Türkiye'nin sadece yakın geleceğini değil, uzak geleceğini de şekillendirmeyi hedefleyen bir süreçtir. Bu amaçla yapısal reformlar da eş zamanlı olarak uygulamaya konulmuş, bu sürecin geçmiş yıllarda olduğu gibi kesintiye uğratılması engellenmiştir. Türkiye ekonomisi önüne koyduğu hedefler doğrultusunda ilerlemeye devam edecek, yapısal reformlarla da kazanımlarını geri dönülmez şekilde sağlamlaştıracaktır. Güven ve istikrarı hepimiz korumalıyız Bizler, siyasetin de, ekonominin de, sosyal hayatın da çalkantılardan geçtiği bir dönemden bugünlere geldik. Türkiye'nin, önüne büyük hedefler koyduğuna, ancak kaybettiğimiz yıllar içinde bu hedefleri yakalamak konusunda yetersiz kaldığına şahit olduk. Türkiye'nin potansiyeliyle, zenginlikleriyle, imkanlarıyla ve fırsatlarıyla örtüşmeyen manzaralar sergilediği süreçleri atlattık.
HEDEFLER BÜYÜK Bu tecrübelerin sonucunda kendimize büyük hayaller, büyük hedefler seçtik. Bugün, sadece dış politika ve ekonomik alanlarda değil, hak ve özgürlükler alanında da ülkemiz büyük bir itibar kazanmıştır. Bu güven ve istikrar zeminin korunması sadece hükümetimizin değil, toplumsal sorumluluk duyan herkesin katkılarıyla mümkün olacaktır. Biz, enflasyonun yüzde 1-2 seviyelerine gerileyeceği, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümenin devam edeceği, fert başına GSMH'nın 15 bin doları geçeceği, ihracatımızın 150 milyar doları aşacağı, Türkiye'nin uluslar arası sermaye için bir cazibe merkezi olacağı, işsizlik, yoksulluk sorunun çözülmüş olacağı, AB'ye üye olmuş, özgür dünyanın lider ülkeleri arasında yerini almış, güçlü ve müreffeh bir Türkiye hayali kuruyoruz. Bu hayali ulaşılamaz görenler, sadece 3 yıl içinde Türkiye'nin nereden nereye geldiğine bakmalıdırlar. Bu vesileyle Sabah gazetesinin 20'nci yılını da kutluyor, daha kalkınmış, daha müreffeh bir Türkiye hedefine verdiği katkılar için tüm çalışanlarına ve emeği geçenlere teşekkür ediyor, nice yıllar diliyorum.