|
|
|
|
|
|
Filmim, sevgisizlik sevgisizlik üzerine bir tespit!
Birçok bakımdan gelinen noktayı, aile kurumunun çatırdama sürecini anlatmak istedim. Kendi adıma üzücü buluyorum bu durumu. Tek eşliliği savunmak lazım.
Gözlerinizi kapatın ve düşünün... Bir adamla birliktesiniz... İlişkiniz kusursuz. Çok mutlusunuz, hatta evlenmek üzeresiniz. Ancak evlenmeden önce sevgilinizin sadakatinden iyice emin olmak istiyorsunuz. En yakın kız arkadaşınızdan, sevgilinizi baştan çıkarmasını, ona kur yapmasını istiyorsunuz. O, sizin deli olduğunuzu düşünüp 'hayır' dese de yalvarıyorsunuz bunu yapması için... Mecburen kabul ediyor 'kankanız' ve oyun başlıyor. Erkek tarafı direniyor ama erkeklik hormonları n'aparsınız; teslim oluyor... Sonuçta işler karışıyor, sevgiliniz ve kız arkadaşınız çok uzun sürmeden birbirlerine aşık oluyor ve yalanlar üzerine kurulu yeni bir ilişki başlıyor. N'apardınız, bunu öğrendiğinizde kız arkadaşınızı suçlar mıydınız? İşte Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Film Ödülü'nü aldığı için 'dövülen' Türev'in konusu. Çekim tekniklerine, eleştirmenlerin şikayet ettiği 'sürekli sallanan kameraya' rağmen hikaye etkiliyor sizi; bir tarafınızdan tutuyor oturtuyor yerinize. Kadın- erkek ilişkilerini, tek eşliliği, sadakati yeniden şöyle bir oturup sakin kafayla düşünmenizi sağlıyor. Filmin yönetmeni Ulaş İnaç'ın da amacı bu zaten...
* Filmi izleyenler hikayenizi gerçekçi buluyor; eleştiriler kullandığınız teknik üzerine yoğunlaşıyor sanırım.... Kamerayı çekim yaparken özgür bir üslupta kullandığımız için, bu üsluba alışık olmayan seyirci için ilk başta şok edici olabiliyor, yadırganabiliyor. Göz de alışık değil o kadar büyük ekranda böyle bir anlatım tarzına... Ancak bana öyle geliyor ki; belli bir peşin yargıdan kurtulduktan sonra göz alışıyor anlatıma.
* Yani Fransız sinemasına özenmediniz! Fransız sinemasından ziyade İskandinav sineması kullanmaya başlamış 90'larda. Ondan önce 60'larda gerçekçilik hissine yaklaşmak, bir kurgu içerisinde değiliz de, bu bir röportaj ya da bir belgesel, burada gerçek bir şey oluyor hissini yaratabilmek için tercih ediliyor bu kamera kullanımı.
* Siz popüler sinema dediğimiz tarzı gerçekçi mi bulmuyorsunuz? Gerçekçi bulmuyorum değil, tamamiyle yönetmenin o filmle ilgili tercihi. 'Sinema bundan sonra böyle çekilmelidir' diye bir fikrim yok; hatta ben de daha sonraki çekimlerimde sabit kamera tabii ki kullanacağım. Ama böyle bir anlatımın gerçekçilik boyutuyla birtakım getirileri olur diye düşünüyorum.
* Herkesin çok merakla izleyeceği, çok konuşacağı bir konusu var filmin. Kadın-erkek ilişkileri, sadakat, tek eşlilik, aldatma... Acaba çekim tekniği yüzünden entelektüel bulunup, önyargılı mı yaklaşıldı filme? Bir kere entelektüel bir film yapayım diye yola çıkmadım; belirli bir seyirci kitlesini hedefleyerek bir film yapma düşüncem olmadı. Mesela Altın Koza'da da gösterildi; prototip festival izleyicisi kategorisine girmeyen, eğitim düzeyi çok yüksek olmayan insanlar da tesadüfen filme girmiş bulundular, seyrettikten sonra da beğendiklerini söylediler. 'Sıkılmadan' tabirini kullandıklarını anımsıyorum.
* Neden adı Türev; başlangıçta insanlara itici gelen bir isim değil mi? Hikaye içerisinde Nazım karakterinin, ki o aslında hem reklam metin yazarı, hem de edebiyatçı olmaya çalışan bir adam... Onun yazdığı romanlardan birinde geçen bir cümleden yola çıkarak adını Türev koydum; "Gerçek yalanların türevidir." Hikaye oraya bağlanıyor.
* Kadın-erkek ilişkileri, sadakat üzerine bir filme daha çekici bir isim kullansanız daha mı çok ilgi çekerdi acaba? Olabilirdi ama ben bu işe soyunurken ticari bir takım filtrelere boyun eğmemek istedim. Kendimi serbest hissetmek istedim. Bu ismin seçilmesi bir takım şablonlardan çıkmak içindi zaten.
* Neden yola çıkarak yazdınız bu senaryoyu? Özel yaşantımla herhangi bir paralellik yok. Ama kadın-erkek ilişkileri üzerine yapılan konuşmalardan, gözlediğim birtakım verilerden beslendim.
* Elinizi çenenize dayayıp da 'ne olacak bu kadın-erkek ilişkileri' diye başlamadınız herhalde! Yola çıkış noktanızı merak ediyorum... Yakın çevremde de konuşulan bir konuydu kadın-erkek ilişkilerinin evrimleşe evrimleşe günümüze nasıl geldiği... Dünya üzerinde belirli bir sosyoekonomik çerçeve içerisinde bulunan insanlar üç aşağı beş yukarı benzer açmazlar yaşıyorlar. Ben de gözlemlerimi filme aktardım.
* Aslında tek eşliliği mi savundunuz filmde, 'insanlar birbirlerinin gerçek duygu ve düşüncelerini bilse dost kalmazlardı' mı demek istediniz? Buradaki yaklaşım biraz karamsar. Çıkış noktalarından bir tanesi de, Stanley Kubrick'in son filmi 'Eyes Wide Shut". 20. yüzyıl kapanırken kadın-erkek ilişkilerinde gelinen noktayla ilgili son derece tarafsız tespitte bulunan bir film. Ama herhangi bir çözüm önerisi yok filmde. Ben de bu filmde bir çözüm önerisinde bulunmadım! Bir şekilde yargılamadım da... Birçok bakımdan gelinen noktayı, aile kurumunun çatırdama sürecini anlatmak istedim. Kendi adıma üzücü buluyorum bu durumu. Bir şekilde mümkün olabilse de karşılıklı olarak daha sağlıklı ve uzun ömürlü ilişkiler yaşanabilse...
* Tek eşliliği savunur görünüyorsunuz filmde... Aslında tek eşliliği bir şekilde savunmak gerekiyor diye düşünüyorum. Ama bu o kadar zor bir şey ki... İnsanın içinde farklı sesler, farklı arzular var. Modern yaşam içerisinde, karşı tarafı rencide etmeden, kırmadan, üzmeden bir yol bulunmalı. Bu da zannediyorum nefsin kuvvetlenmesiyle gerçekleşecek bir şey.
ŞİRİN SEVER
|
|
|
|
|
|
|
|
|