|
|
|
|
Lucca...
Kaya Bey'in Feraye'yle aşkını, Ferrari'yle karıştırdığı mekan olarak tanındı Lucca. Sonra etrafta akşamları kıpırdayanların mutlaka Lucca'ladığına şahit oldum. Bu yazıyı yazmak için üç gün Lucca'ya takıldım.
Aslında Günaydın'ın Genel Yayın Koordinatörü, bizim Şirin Sever'le daha bu yazıları konuşurken, aklıma geldi Lucca... İlginçtir ama önce Lucca geldi aklıma, sonra Hayatlar ve Mekanlar'ı yazmaya karar verdim... Gece vakti evime giderken, hep önünden geçtiğim, içini tıklım tıklım, dışını öbek öbek insanlarla gördüğüm bir mekan burası... Bir gece bir yemek çıkışı, bir arkadaşımla yarım saat sahbet etmişliğim vardı Lucca'da... Açıkçası, o gün orayı hiç sevmemiştim... Alkolün ve hayatın yorgunu, orta yaşlı sorunlu tiplerin mekanı gibi görmüştüm... Hayatın rahle-i tedrisatından fazlaca geçmiş, çok kazık yemiş, çok nasırlaşmış, artık her gördüğü yenide, yediği kazıkların hıncını çıkartacak, hayatla hesaplaşması büyük insanların mekanı gibi gelmişti bana... Öyle mekanların esprilerini, tartışmalarını, kadınlara ya da erkeklere alkollü sarkıntılıklarını kaldıramıyordum... Sigaranın ve alkolün çatallaştırdığı ses tonlarının, sanal dünyasından verdiği sesler, taşıması mümkün olmayan yükler bindiriyordu üstüme... O yüklerin ancak çok iyi olmuş bir kafayla çekilebileceğini bildiğimden Lucca'yı defterimden sildim uzun bir süre... Önce Kaya Bey'in Feraye'yle aşkını, Ferrari'yle karıştırdığı mekan olarak gündeme geldi Lucca... Ferrari, Feraye ve Lucca hafızalara silinmemecesine kazınıverdi birden... Sonra, etrafta akşamları kıpırdayanların, mutlaka Lucca'ladığına şahit oldum... İstanbul'da havalı gecelerin, havalı kadın ve erkekleri; arada ya da haftada bir mutlaka Lucca'ya uğruyorlardı... Lucca İstanbul sosyetesinin yeni kıpırtı merkeziydi... Paper Moon'un havalı müşterilerinin yeni mekanıydı... Ben mi o gece yanlış bir izlenim edinmiştim?.. Hayat yorgunu, sinir tutkunu insanların mekanı değil miydi yoksa Lucca?.. Kıpır kıpır kıpırdayan, cıvıl cıvıl cıvıldayan, etrafa fresh fresh bir koku salan bir yerin adı mıydı Lucca?.. Bu yazıyı yazmak için, 3 gün Lucca'ya takıldım... Bazen bir yemek, bazen ayaküstü bir içeecek baabında... Kadeh kırmızı şarap dışında bir şey içmediğimden sarhoş olamadım ama Sarhoş Bonfile'sinden tattım... Çok lezzetliydi... 4 parça limon, nane yaprağı ve nar taneleriyle bezenmiş, balon bardaktaki buzlu suyumun adına Reha's dediler Lucca'dakiler... Lucca'nın sahibi Cem'ın benim gibi bir Ankara Kolej'li olduğunu öğrendim... Kolej'den sonra uzun yıllar New York'ta kaldığını... Ve New Yorker tipi bir yer açmaya oradayken karar verdiğini... Sonraki gidişlerimde, Lucca'nın ağır, hayat yorgunu bir yer olmadığına karar verdim... Bazen cıvıl cıvıl, bazen yorgun ama her halükârda fazlaca in bir yerdi... Etraf ünlüden geçilmiyordu... Bu kadar ünlünün cirit attığı yere elbette, bu kadar ünlüyü görmek isteyen ünlü düşkünleri de düşecekti! Benim kolejli Lucca'nın sahibi kardeşim, Michelin'in 3 yıldızlı aşçısının tavsiyeleriyle hazırlanan yemekleri anlatıyordu bana. Doğru... Haklıydı... Yemekler güzeldi... Duvarlarda, sürekli yenilenen sergiler de harikulade bir düşünceydi. Ama benim aklımda Mehmet Akif'in hafızamdan hiç silinmeyecek bir mısrası vardı o konuşurken: Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır Mekanları mekan yapan da oradaki insanlardır... Orası artık Feraye'nin Ferrari'yle karıştırılarak bir aşkın ortaya çıktığı, çok ünlü bir sanatçıyla çok ünlü kocasının evliliğinin bittiği bir mekandır... Orası Lucca'dır! In olarak başlamıştır... In olarak devam edecektir... In insanlar gelecektir... Bunu değiştirmeye kalkarsa zaten out olup gidecektir... Mekânları mekan yapan oraya gelen insanlardır... Aslında o insanların hayatları, o mekanları yapmaktadır...
REHA MUHTAR
|
|
|
|
|
|
|
|
|