| |
AB'nin değerleri
3 Ekim'i sabote etmek için en rezil oyunlara bile başvurmaktan çekinmeyen AB'deki Türkiye karşıtlarının aslında hiçbir değere inanmadıkları ortaya çıktı . Bir yandan AB'nin Hıristiyan ahlakı ve eski Yunan-Roma uygarlıkları temelleri üstünde yükseldiğini söylüyorlar. Ama bir yandan da o değerlerin ve o uygarlığın mayası olan "Pacta sunt servanda" ilkesini ayaklar altında çiğniyorlar. Yani pozitif hukukun da kaynağı olan "Sözlerin tutulması" ilkesini. Sadece Hıristiyanlığın değil tüm dinlerin kutsal kabul ettiği "Ahde vefa"yı. Birkaç örnek verelim, gerçek yüzlerini görün. Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grubu dün bir açıklama yaptı. Şöyle diyor: "Avrupa Parlamentosu, Genel Kurul'daki oylamayla Türkiye'yle müzakerelerin açılmasına onay vermedi ve hiçbir şekilde bu tutumu onaylamadı. Parlamento sadece AB Konseyi ve Komisyonu'nun 3 Ekim'de müzakereleri açacaklarını saptamakla yetindi." Yani demek istiyor ki, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile müzakerelerin açılmasına karşı (en azından taraftar değil) ancak elinden birşey gelmiyor!
İlkesizliğin bu kadarı olur mu? Aynı Avrupa Parlamentosu geçen yıl 15 Aralık'ta, Brüksel zirvesinden iki gün önce yaptığı gizli oylamada, 262 hayır ve 29 çekimsere karşı 407 oyla Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ne uyumda etkileyici gelişmeler kaydettiğini, bunun katılım müzakerelerini açmak için yeterli olduğunu ilan etti. Kararda aynen şöyle deniyordu: "Türkiye ile müzakereler ek süre koymadan başlatılmalı!" Brüksel zirvesi sonuç bildirgesinde, AB liderlerinin Türkiye'ye 3 Ekim'de müzakerelerin başlatılması kararına varmalarında, Avrupa Parlamentosu'ndaki bu oylamanın da etkili olduğu, özellikle ve önemle vurgulandı. Herhalde Avrupa Parlamentosu'nda düzey hiç bu kadar düşmemişti.
İmzalarını unutan liderler Ya Müzakere Çerçeve Belgesi'ni değiştirtmeye kalkan AB liderlerine ne demeli? Oysa 17 Aralık zirvesinde müzakerelerin açılmasına oybirliğiyle karar verenler aynı liderler. Altına imza koydukları sonuç bildirgesindeki "Türkiye ile müzakerelerin ortak hedefi Birliğe üyeliktir" ifadesine şimdi "imtiyazlı ortaklık" seçeneğini ekletmeye kalkmak, ahde vefasızlığın, sözünden dönmenin daniskası olmuyor mu? "Müzakerelerin ucu açıktır" ifadesine "Görüşmeler sonunda Türkiye üyeliğe hazır olsa bile AB hazır değilse giremez" dayatmasını sokuşturmak, şantaj değil mi? Türkiye'ye müzakerelerin açılmasını Hırvatistan'a kapının aralanması koşuluna bağlamaya uğraşmak yine sonuç bildirgesinde yer alan "Türkiye diğer aday ülkelere uygulananlarla aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya yönelmiş bir aday ülkedir" taahhüdünden dönmek anlamına gelmiyor mu? Bu ayak oyunları bize Albert Einstein'ın bir sözünü anımsattı: "İzafiyet teorim kanıtlanırsa Almanya benim Alman olduğumu, Fransa ise dünya vatandaşı olduğumu söyleyecek. Ancak teorim asılsız çıkarsa Fransa benim bir Alman olduğumu, Almanya ise bir Yahudi olduğumu söyleyecek!" İzafiyet teorisi kanıtlandı. Ama aynı zamanda Avrupalılar'ın ikiyüzlülüğü de. En azından bir kısmının!
|