Bir kaşıkta 20 mantı olmalı yoksa o kız evde kalır!
Uçaktan ilk atladığım o anı hatırlamıyorum. Ama ilk atlayışta paraşütümün o açılma sesini hiç unutmadım; Flooooş!.. O ses hayata dönüş sesi değil. O ses inanılmaz bir mutluluğun sesiydi. Gökyüzünde bir kuş gibi uçtuğum o andan sonra paraşütle atlamak benim için bir tutkuya dönüştü. Uçaktan kendimi boşluğa her bıraktığımda hep şunu sorguladım; "Korkmakta sınır nedir?" Sonrasında şunu anladım ki aslında çok kişiye çılgınca gelen paraşütle atlamaktan korkuyorum. Tek fark şu; korktuğumu söylemeye korkuyorum. Bir gün o cesareti gösterdim. O günkü cap master'ımıza itiraf ettim; "Paraşütle atlamak inanılmaz güzel bir duygu. Ama her atlayışımda korkuyorum." Ben bekliyordum ki korkumla alay etsin. Hiç şaşırmadı. Sadece kulağıma eğildi fısıldadı; "Bugün 722'nci atlayışı yapıyorum. Galiba bu Türkiye'de bir rekor..." Sonra hiç kimseye aldırmadan yüksek sesle söylendi; "Korkmak ne demek. Korkudan ödüm kopuyor!.." 30 yıl önce yaşadığım bu duygulardan beni bindiğim uçağın Erkilet'e inen tekerlek sesi uyandırdı. O zaman şunu hatırladım; aslında beni korkutan şey uçmak korkusuydu, paraşüt değil. Uçaktan indim, yürürken bir köşeye konulmuş C 47'yi görünce 'vay be' dedim. Aslında o uçağın son uçuşu benim ilk paraşütle atlayışımdı. Biraz daha nostalji yapayım... İkinci Dünya Savaşı'nda hizmet görmüş bu uçak bizim cesur pilotlar tarafından hala uçuruluyordu. Uçağa bindiğim zaman Kıbrıs Harekatı'nda Rum mermileri ile delik deşik olmuş gövdesi beni şoke etmişti. Bakım teknisyeni olan bir başçavuş, elinde İngiliz anahtarı ile gevşeyen vidaları sıkarken bir kuş gibi çırpan kanatları için söyleniyordu. Benim heyecanlı yüzümü görünce; "Korkmana gerek yok. Sırtında paraşüt var. Zaten uçağın iki kapısını da açtım. Düşecek gibi olursak hemen kendini uçaktan aşağıya at." Öyle yaptım... O uçaktan ilk atlayan ben oldum ama yere de son inen bendim. Hava boşluğuna yakalanmıştım...Yani bir kuş gibi gökyüzünde dönüp durmuştum.
BAKANIN EŞİNE KAYSERİ TATLISI Efendim; nostaljiyle başınızı ağrıttıysam Kayseri'de gezdiğim, gördüğüm ve yediklerimden bahsedeyim. Kayseri'ye gidince mantısıyla ünlü Nostalji Lokantası'na gitmemek olmazdı. (Türkiye'nin her yerine servisi var, telefonu(0352) 235 09 09). Öğrendim ki mantının iyisinin ölçüsü şu; bir kaşıkta 20 tane (pişmemişi 40- 45 arası) mantı olmalıymış. Hadi canım dedim! Saydım, bir kaşıkta 20 mantı vardı. Mantıyı yapan kadınların genç ve güzel oluşu sonrasında iki büyük gerçeği öğrendim: 1. Mantıyı genç kızlar yaparmış. (40 yaş üstü bayanların eli titrer, ayarı tutturamazlarmış.) 2. Bir kaşığa 20 mantı sığdıramayan genç kızlar koca bulamaz evde kalırmış. Sonra su böreğinin dayanılmaz tadından kendimden geçtim. Erkilet bağından gelen yaprak sarmasına 'tamam' dedim. Yağlama yemeği de muhteşemdi. Tatlılarda ise 'nevzine' (Viagra diyorlar) tamamdı. Dedim ki "Kim buranın patronu?" "Bebek" dediler. Adı Mustafa Yurduşen. Mantıyı anlattı; "Bir telefonla Türkiye'nin her yerine yollarım. 3 ay dayanır. Test etmek için geçen yıl Hacca gidenlere verdim. Mekke'ye gidince kutuyu açın ve yiyin dedim. Gelen rapor harikaydı; mantı bozulmamıştı." Bütün yemekleri öyle bir anlattı ki Bebek Mustafa, konu tatlıya gelince gizli bir sır verdi. "Bilirsin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Kayserili'dir. Eşi Hayrünisa Gül, nevzine tatlısını iyi yaptığını söylüyor ve övünüyor da. O tatlıları benden istiyor, konuta yolluyorum."
ÖZEL NOT: Efendim, geçen hafta Sezen Aksu'nun Yalıkavak'taki yazlığının bahçesini belediye 10 milyar harcayarak yeniden düzenledi, diye yazdım ya... Sevgili Sezen Aksu'dan beni duygulandıran bir mesaj aldım. "Halkın vergisiyle bahçe yaptırmak beni yaralar" dedi. Bu konuda Önder Fırat'ın titizlenmesine saygı duydum. Ama özellikle Sevgili Sezen'in sağlığım için titizlenmesi ve bana alternatif ilaç önermesi çok hoştu... Daha da hoş olan 30 yıl önceki olayı anımsamasıydı. Benim için bir kır çiçeği olan Sevgili Sezen'in yemek daveti ise inanılmaz zarifti. Bu bile yeter!
|